"Bu çocuktan nefret ediyorum." Diye mırıldandım."Ne zannediyorki kendini? Hem ben anlayışsız biri değilim! Sonuçta erkek arkadaşı kayıp bir kızı üzüp yoracak... Şey, özür dilerim."
"Problem değil." Dedi Annabeth zoraki bir gülümsemeyle." O da sana baş belası diyordu zaten."
Annabeth'in şuanda yorgunluktan bayılması gerektiğini hatırlayarak üstelemedim. Daha önce erkek arkadaş problemi yaşamamış olsam da izlediğim diziler sayesinde erkek arkadaşı problemi yaşayanlar hakkında birkaç fikrim oluşmuştu. En azından böyle durumlarda birinin çok konuşmasından hoşlanmayacaklarını biliyordum.
Annabeth birkaç adım daha attıktan sonra durdu. Eliyle sağ tarafımdaki yeri gösterdi. Burada Annabeth gibi turuncu tişört giymiş bir grup çocuk savaşıyordu.
"Burada kılıç talimi yapılıyor. Eğer nir savaşçıysan muhtemelen burada eğitim alırsın. Bir okçuysan şu ileride..." Eliyle kılıç talimi yapılan yerin biraz ilerisini gösterdi." Orada Apollon çocuklarıyla eğitim görürsün."
"Peki ya savaşçı değilsem? Bu durumda kamptan mı atılırım?" Diye sordum. Annabeth hafifçe gülümsedi. En azından gülmesi iyiye işaretti. Çünkü gülmediğinde bir heykelden farksız gözüküyordu.
"Başka işlerle uğraşırsın. El sanatları, pegasus biniciliği, demir atölyesi. Tabi, şu sıralar savaş teknikleri öğrenmen hiç de fena olmaz." Dedi Annabeth. Benim ifademi görünce bir açıklama isteği buldu kendinde."Bu sıralar birkaç problem var da kampta."
Bu pek de açıklama gibi olmamıştı.
Annabeth bana sırayla lav duvarını-ki gerçekten üstünden tonlarca lav akıyordu- açık hava gazinosunu, kulübeleri, ormanı ve Bayrak Yakalama oyununun yapıldı yerleri gösterdi. Daha sonra beni tekrardan Büyük Ev'e bırakıp Luke'a söz verdiği gibi kulübesine doğru gitti. Ben de Büyük Ev'in verandasında yanlız kaldım. Annabeth içeri girmemi söylemişti. Fakat bir türlü içeri giremiyordum. Dionysos'u tekrardan görmek hiç de iyi bir fikir gibi gelmiyordu.
"İçeri giriyor musun yoksa burada dikilmeye devam mı ediyorsun?" Dedi ince bir ses. Başımı sesin geldiği yöne çevirdim. Çekik gözlü, yüzüne kusursuz bir makyaj yapılmış kız yanındaki sarı saçlı çocukla bana bakıyordu. Kızın burnu havada, kimseyi görmeyen biri olduğu belliydi. Bu aynı zamanda benim bu kızdan gelecekte nefret etmeme de sebep olacağa benziyordu. Yanındaki çocuk ise oldukça şaşkın gözüküyordu. Belli ki o da benim gibi kampa yeni gelmişti. Ne kadar yanlız olmadığıma sevinsem de içimden bir ses askında bu çocuğun bana çok uzak olduğunu söylüyordu.
"Çekilsene önümden?" Diye ciyakladı çekik gözlü kız." Saatlerce seni bekleyemem ya?"
Hafif irkilerek yana çekildim. Kız buna rağmen beni itip içeri geçti. Sarı saçlı çocuksa dudaklarıyla özür dilerim diyip kızın peşinden içeri girdi. Drew hızla kapıyı kapattı. Böylece yine dışarıda kaldım. Ne yapacaktım şimdi? Burada oturup Drew ve o çocuğun çıkmasını mı bekleyecektim, yoksa içeri dalıp kıza laf mı atacaktım?
Benim daha iyi bir fikrim vardı.
Hızla ayağa kalkıp kulübelerin oraya doğru yürümeye başladım. Nereye gidiyordum? Bilmiyordum. Ne yapıyordum? Onu da bilmiyordum. Tek bildiğim bir süre şu saçmasapan kurallara uymayacak olmamdı. En azından bir süre.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Skinny (Percy Jackson Fanfiction)
FanfictionTamam, tam bir baş belası olduğumu biliyorum. Fakat bu kadarını ben bile tahmin edemezdim.