"Namjoon..."Namjoon bu güzel sesle gülümsedi. Uyku sarhoşluğuyla yatakta biraz yuvarlandı, gerindi ve yorgana daha çok sarıldı.
"Namjoon... Sevgilim..."
Adam gözlerini aralayıp karşısında ona gülümseyen Seokjin'e baktı. O da gülümsüyordu. Çok güzeldi. İri dudakları gülümsemeyle gerilmişti. Üzerinde pembe, yün bir triko vardı.
"Hadi, kahvaltı hazırladım. Yoongi'yi de çağır. Taehyung'ı uyandırır mısın? Kalkmıyor bir türlü."
"Evlat edindik onu sanki." Kıkırdadı. "Güzel yemekler yaptın mı bana?"
"Yaptım tabi ki." Seokjin ona doğru eğildi. "Sana çok güzel yemekler hazırladım. Her zamanki gibi."
"Elinden zehir olsa yerim, biliyorsun."
Adam tüm güzelliğiyle kıkırdadı. "Seni öldürmek gibi bir niyetim yok. Sen bana lazımsın." Yavaşça odadan çıktı.
Namjoon uyku sersemliğiyle biraz daha gülümsedi. Seokjin hep çok güzeldi. Her sabah ışıldardı ve sevgilisi için hep çok güzel yemekler yapardı.
Sonra Namjoon hatırladı.
Taehyung gitmişti. Seokjin ölmüştü ve o öldürten sonra Yoongi hiç Namjoon'la aynı evde yaşamamıştı. Üzerindeki pembe trikoyu intihar ederken giyiyordu.
Namjoon hatırladı ve gülüşü solup gitti. Yoongi'ye gördüğü hayaller hakkında yalan söylemişti. Bir aydan daha uzun zamandır, her gün, Seokjin'in hayalini görüyordu. Yine görmüştü.
Ama gerçek gibiydi.
Yerinden fırladı. Üzerinde beyaz bir uzun kollunun ve altında sadece bir boxerın olmasını umursamadan Seokjin'in hayalinin peşinden gitti. Hava şafağı yaşıyordu. Güneş doğmak için çırpınıyordu.
Ren, kafenin kapısını açıp koyu kahve parkeye adımladı ama Namjoon'un merdivenlerden telaşla indiğini görünce donup kaldı. "Monster. Ne oldu?"
Namjoon onu umursamadı. Seokjin'in kafenin önündeki hayaline bir süre baktı. Hemen Ren'i itti ve peşinden gitti.
Seokjin bir apartmanın köşesinden dönüyordu. Namjoon çaresizlikle "Seokjin!" diye seslendi. Gözleri dolu doluydu. Onu özlüyordu. Kalbi ağrıyordu. Tek istediği Seokjin'e bir kere de olsa sarılabilmekti.
Hayalet onu bir çıkmaz sokağa soktu. Namjoon karanlık sokakta etrafına bakındı. Çaresizlikle çırpınıyordu. "Seokjin!" Nemden yosun tutmuş duvarlara, paslanmış yangın merdivenine ve pis kokulu çöp konteynerlerine bakındı. Yüksek binaların arasında bir kere daha bağırdı: "Seokjin!"
Ama ses yoktu.
Duvarlardan birinin dibine çöktü. Çıplak bacaklarına kollarıyla sarıldı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Göğsü parçalanıyordu sanki. Nefes alamadı. Bağıra bağıra gözyaşı döktü.
"Namjoon?"
Adam başını, gömdüğü kucağından kaldırdı. Yüzü acıyla bir kere daha kırıştı. "Sen gerçek değilsin ki..."
Seokjin yanına çöktü. "Neden ağlıyorsun?"
Seokjin'in hayali her gün, bıkmadan bu soruyu sorardı. Zira ölmeden önce Namjoon'un ona sorduğu son soru buydu. "Çünkü yoksun. Çünkü gittin." Bir kere daha hıçkırdı. "Gittin, Seokjin. Kendini değil, beni öldürdün."
"Namjoon, bana bak. Ben buradayım!"
"Beni öldürdün Seokjin." Namjoon gözyaşları arasında gözlerini bir kere daha kırptı. Seokjin gitmiş, yerine Yoongi'nin endişeli yüzü belirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALTIN PİÇLER ŞEHRİ
FanfictionBurası normal bir şehir değil. Burası acıyla, tehditle ve kanla süslendi. Herkes intikam istiyor. Herkes birbirini suçluyor. Çeteler, hiç olmadıkları kadar öfkeliler. Çeteler, güç istiyorlar. Küçük bir çetenin lideri olan Kim Taehyung, unutamadığı g...