Namjoon Yoongi'ye bir kahve daha verdi. Adam ifadesizdi ama eğer içi deşilseydi gerginliği görülebilirdi. Ne zaman yaptığı planlar işe yaramasa ve ölmesi gereken kişiler ölmese, farklı bir ruh haline bürünürdü. Denetimi altındaki her şeyini yitirdiğini düşünürdü. Bu da onun acele edip hata yapmasına neden olurdu.
Bu yüzden öfkesine hakim olmaya karar verdi. Ne olursa olsun, mantıklı düşünmeye devam etmeliydi.
"Haber geldi mi?" diye sordu Namjoon, karşısındaki sandalyeye otururken. Sorusunun cevabını Yoongi'nin yüzünde görüyordu fakat yine de duymak istiyordu.
Yoongi gözleriyle telefonunu gösterdi. Kahve fincanıyla oynarken "Mesaj geldi. Gebermemiş, it." Diye tısladı. Sesi keskindi.
"Bu işi kendin halletmelisin." Namjoon müşterilere kaçamak bir bakış attı. "Artık kimseye güvenemezsin. Kesin çözüm getirmelisin."
"Öyle yapacağım, Namjoon." Mırıltısı ürkütücüydü. Bakışlarını kahvesine çevirdi. Namjoon aceleden kahvenin üzerine sadece basit bir kalp çizimi yapmıştı. Yoongi buna gülümsemek istedi ama yapmadı. Üşendi.
"Yoongi, belki de suikastı Cl'in bölgesinde yapmalıydın. Daha kesin olurdu."
"Bilakis, eğer burada yapsaydım ceza alırdım. Diplomasi böyle yürür."
"Bunu biliyorum. Sadece..." Namjoon sadece Taehyung'ın ölmesine odaklıydı. İç çekti. "Sence neden oradaydı?"
"Çocuklar Suho'nun barlarından birine girdiğini söylediler. Şu Bogum'un Porsuk pazarladıklarından biri. Yaklaşık bir saat orada durmuş. Birini arıyor olabilir." Suga konudan sıkıldı. "Sen kendi işini ne yaptın?"
"Yoldalar. Bugün Oh Sehun ölecek." Bu açıklamayı yeterli buldu. Aklı hala Yoongi'nin olayındaydı. "Suho seni bulur mu?"
Yoongi gözlerini devirdi. "V benim yaptığımı anlamıştır ama kanıtları yok. Suho bir bok yapamaz. Cl olaya karışmak istemez. Kai de sırf Suho'ya muhalefet olmak için beni tutar." Namjoon yavaşça başını sallayarak onayladı. "Jungkook'la konuştun mu?"
"Evet, evet, konuştum. Hala bildikleri hakkında konuşmadık. Hiçbir şey bilmiyor gibi davranıyor ama bana öfkeli. Gözlerinden bile anlıyorum bunu. İyi olan şu ki, ona gitmesi gerektiğini söyledim. Tuhaftı ama reddetmedi."
"Bekle beni." Yoongi yerinden kalktı ve üst kata giden merdivenleri tırmandı. Fazlasıyla kızgındı. Geçmişten çıkıp geldiği için V'ye, ona haklı olsa da inandığı için Jungkook'a, Hoseok ölmedi diye sevindiği için kendine...
Sadece kızgındı.
Jungkook'un kapısını tıklayıp izni duyunca içeri girdi. Televizyonun altındaki oyun konsolunda Overwatch oynuyordu. Televizyondan silah sesleri geliyordu ve Yoongi ironi karşısında tek kaşını kaldırmadan edemedi.
"Neden oyun oynuyorsun? Sen böyle şeyleri sevmezsin." Gidip yanına oturdu. "Vakit kaybı dersin."
"Kafamı dağıtmam lazım." Diyerek elindeki joistiğin tuşlarına bastı, çocuk. Birinin daha kafasını uçurmuştu.
"Konuşmamız gerek."
"Herkesin toplanıp konuşması gerek. O zaman sorunlar son bulur, değil mi hyung?" Yoongi'ye kaçamak bir bakış attı. "Konu ne?"
Yoongi iç çekti. "Taehyung."
"Bana bir şey anlatıp anlatmadığını merak ediyorsunuz."
"Ne onaylıyorsun, ne de reddediyorsun."
![](https://img.wattpad.com/cover/115392630-288-k225995.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALTIN PİÇLER ŞEHRİ
FanfictionBurası normal bir şehir değil. Burası acıyla, tehditle ve kanla süslendi. Herkes intikam istiyor. Herkes birbirini suçluyor. Çeteler, hiç olmadıkları kadar öfkeliler. Çeteler, güç istiyorlar. Küçük bir çetenin lideri olan Kim Taehyung, unutamadığı g...