Kim Seokjin, kendisine bakan şaşkın topluluğu bir süre izledi. Gözleri dolu doluydu. Her birini çok özlemişti. Ama ona karşı öfkeli olduklarını da biliyordu. Ölü taklidi yapması, kimsenin hoşuna gitmemiş olmalıydı."Ağabey!" Jungkook ileri doğru atıldı ve Jin'e özlemle sarıldı. Ağlıyordu. "Ağabey! Yaşıyorsun!"
"Evet." diye fısıldadı, Seokjin. "Yaşıyorum."
"Ama neden? Neden bunca zaman gelmedin?"
"Ben-" Konuşması yarıda kaldı. Taehyung ileri atılmış ve Jungkook'u kolundan yakaladığı gibi çekip almıştı. Sonra da öfkeli gözlerini karşısındaki adama çevirmişti.
"Bunca yıl neredeydin?" Sesi sakin fakat keskindi. "Biz senin için ağlarken sen neredeydin? Biz acınla yanarken sen neredeydin!" Durdu. "Gerçi bunu umursamıyorum. Acı çekeceğimizi bildiğin halde çekip gittin. Şu adamın haline bak!" Parmağıyla yıkık Namjoon'u gösterdi. "Bu adamı bu hale sen getirdin! Beni yalnız bıraktın! Bizi terk ettin! Jungkook çok üzüldü, çok yalnız kaldı! Üstelik intihar süsü vererek gittin!"
"Kızgın olduğunu biliyorum." dedi Seokjin, öfkeden uzak, nazik bir sesle. "Ama hepsinin bir nedeni var."
"Nedeni kimin umurunda!" Hoseok'a baktı. Ve Youngjae'ye. "En yakın arkadaşımı yanında alıp gittin! Bana yakın arkadaş olması için bir ajan yolladın!" Taehyung bir anlık aydınlanmayla duraksadı. Bu aydınlanma ona çok ağır, çok meşakkatli geldi. Yıkılmış sesiyle konuştu. "Hoseok Dara'yı öldüreceğimi ispiyonladı çünkü sen CL'in tarafındasın."
Seokjin birkaç saniye tepki vermedi ama sonunda başıyla, yine nazikçe onayladı. "Evet Taehyung. Onun yanındayım."
Soğuk bir rüzgar depoyu doldurdu. Kimse kıpırdamadı. Nefes almak bile güçtü. Öğle güneşi parıldıyordu ama ısıttığı yoktu. Güneşe rağmen depo karardı.
Seokjin, Taehyung onu ilk gördüğünde giydiğine benzer krem rengi bir triko giymişti. Saçları o zamanlar kumraldı ama artık sarı saç telleri rüzgarla dans ediyordu. Zayıflamıştı fakat hala çok yakışıklıydı. Güzel gözlerinde tedirginliğin, özlemin ve anlayışın gölgesi vardı.
"Buraya tekrar gelirsem," Taehyung durup yutkundu ve konuşmaya devam etti. "Buraya tekrar gelirsem beni sevmeyeceğini söylemiştin. Beni kardeşin olarak bile görmeyecektin. Ama şimdi, senin beni ne olarak gördüğün umurumda bile değil. Ben seni ağabeyim olarak görmüyorum." Jungkook'un kolundan çekiştirmeye devam ederek onunla birlikte depodan çıktı. Arabaya doğru gidiyordu ama gidişi Jungkook tarafından engelleniverdi. Çocuk gitmek istemiyordu. "Ne yapıyorsun, Kook?"
"Ben..." Jungkook dolan gözlerini kırpıştırdı. "Ben ağabeyimi özledim, Taehyung. Ona sarılmak istiyorum."
Taehyung apansız parladı. "Bizi bırakıp gitti! Üstelik Cl'in tarafında!"
"Bir nedeni olmalı!"
"Hangi neden acılarını geçirecek!" Sevgilisinin yüzünü avuçladı. "Hangi neden geçmişi silecek?"
"Acımasız olma." Jıngkook yalvarmak üzereydi. "Lütfen, acımasız olma. Hepimiz hata yaptık, yanlışı seçtik. Sen Suho'yu öldürdün, ben... Ben birini vurdum. Lütfen, sadece dinle."
Taehyung dediklerini dinlemiyordu. "Benimle geliyor musun, gelmiyor musun?"
Jungkook bir süre düşündü. Ağabeyini o kadar özlemişti ki, şu anda Taehyung seçenekler arasında giremiyordu bile. "Üzgünüm."
Taehyung'ın ellerinden kurtuldu, hayal kırıklığını görmezden geldi ve ona arkasını döndü. Ağabeyine giderken vicdan azabı duymamaya çalışıyordu. Depoya döndüğünde Seokjin'i Namjoon gibi, hemen Monster'ın önünde diz çökmüş halde buldu.
![](https://img.wattpad.com/cover/115392630-288-k225995.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALTIN PİÇLER ŞEHRİ
FanfictionBurası normal bir şehir değil. Burası acıyla, tehditle ve kanla süslendi. Herkes intikam istiyor. Herkes birbirini suçluyor. Çeteler, hiç olmadıkları kadar öfkeliler. Çeteler, güç istiyorlar. Küçük bir çetenin lideri olan Kim Taehyung, unutamadığı g...