Balo için onlarca won harcanmıştı. İnsanların çoğu kaliteli içki içebildikleri için mutluydu. Yemekler inanılmaz lezzetliydi ve kalabalıktan bazılarının daha çok yiyebilmek için kustukları dahi oluyordu. Bu israf, şehrin çirkin yüzüydü fakat israfı yapanlar bunu umursayamayacak kadar bencildiler.Tüm bunların yanında, başka bir köşede, Park Bogum, pezevenkliğini konuşturuyordu. Vekil Daesung ve yardımcısı Minho'nun yanına ilerlemiş, onlarla sohbet etmeye başlamıştı. Vekilin sohbeti çok tatlıydı. Otuz beşlerini yeni görmüştü. Pek çoklarına göre toydu ama vekilin asıl silahı da hep bu olmuştu. Toy göründüğü için insanlar onu kandırabileceklerini, parmaklarında oynatabileceklerini düşünüyorlardı. Bu yanılgılarında boğuldukları sırada da vekil Daesung hamlesini yapıyor ve hep kazanan taraf oluyordu.
"Baloya bir ışık gibi doğdunuz." dedi Bogum, gereksiz ağdalı laflarına başlayarak. "Zekanıza diyecek bir söz de bulamıyorum. Sizi memnun etmeyi çok isterim." Son laflarından kastettiği şey çok açıktı. Ona birilerini pazarlamak ve kendi itibarını yükseltmek istiyordu. Bir vekile fahişe pazarlamak sık rastlanan bir şey değildi.
Daesung güzel bir gülümseme sundu. "Bay Park, teşekkür ederim. Sanırım memnun etmek derken ne istediğinizi anladım. Ama ben evliyim." Parmağındaki yüzüğü gururla gösterdi. "Çok sevdiğim bir karım ve iki oğlum var. Bu işler bana göre değil. Fakat elçime bir iyilik yapabilirim." Yanındaki Song Minho'nun -Mino'nun- omuzunu sıvazlarken ona sadece birkaç saniye bakmıştı.
Ama Minho'nun ilgisi onda değildi.
Bu konuşmaların hoşuna gittiği pek söylenemezdi. Seul'ün elit ve insancıl havasını şimdiden özlüyordu. Burada, bu yabanilerle olmak onu mutsuz ediyordu. Altın Piçler Şehri Kore'de daima böyle anılmıştı: Yabani. Dışarıdan bakanlar için bir kara kutudan farksızdı. Şimdi Minho, şehrin içindeyken, bu kara kutuyu açmamış olmayı diliyordu. Gördüğü manzara içler acısıydı.
Ama vekil buranın böyle kalmasını istiyorsa bir bildiği olmalıydı. Yüklü bir rüşvet almış olabilirdi mesela. Bu tür ahlaksızlıklar Minho için sorun değildi çünkü mezun olup siyasilerin danışmanlığını yapmaya başladığından beri devlet içindeki ahlaksızlıklara kulak tıkamayı öğrenmişti.
İşine sıkı sıkıya bağlıydı. Normal şartlar altında kimse dikkatini dağıtamazdı. Vekile hem bir koruma, hem de iyi bir danışmandı. İşinin gereğini yapmalı, kimsenin ilgisini çekmesine izin vermemeliydi.
Ama bir istisna, ona doğru geliyordu.
Minho, Bogum'a yavaş adımlarla yaklaşan kişiden gözlerini alamıyordu. Çocuk en fazla on sekizindeydi. Afilli, üstten dört düğmesi açık bir gömlek ve şık, kürk bir ceket giyiyordu. Dar pantolonu bacaklarını sarıyordu.
Minho'nun hayatı boyunca gördüğü en güzel şeydi.
Bogum kendisine yaklaşıp memnuniyetsiz bir ifadeyle yanında duran çocuğa bakıp gülümsedi. "Bu da benim tatlı Park Jimin'im. Kendisi porsuk wang'ıdır. Bu namı alan az sayıdaki kişilerden biri. Zekasıyla on sekiz yaşından önce görevini başarıyla tamamladı."
"Bir ajan mı?" diye yalancı bir merakla sordu, Daesung.
"Evet." dedi Bogum. "Bir ajandı. Bu şehirde ajan olmanın ne kadar zor olduğunu bilseniz dudağınız uçuklar." Küçük bir kahkaha attı. "Ama artık bir fahişe. Sadece değerli müşterilerimize sunulacak bir mücevher."
"Ah, anlıyorum." Daesung'a göre çok saçmaydı ama burası onun çöplüğü değildi. Yargılayamazdı. Minho'yu gösterdi. "Bu da yardımcım Song Minho, Jimin. Umarım iyi anlaşırsınız."
![](https://img.wattpad.com/cover/115392630-288-k225995.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALTIN PİÇLER ŞEHRİ
FanfictionBurası normal bir şehir değil. Burası acıyla, tehditle ve kanla süslendi. Herkes intikam istiyor. Herkes birbirini suçluyor. Çeteler, hiç olmadıkları kadar öfkeliler. Çeteler, güç istiyorlar. Küçük bir çetenin lideri olan Kim Taehyung, unutamadığı g...