ALTIN DÖVÜŞ

1.9K 199 195
                                    



Taehyung, yüzü kendisine dönük Jungkook'a sevgiyle bakıyordu. Güzel yüzünü elinin tersiyle sevdikçe sevdi, uzanıp dudaklarını dudaklarına dokundurdu ve parmak uçlarını çıplak göğsünde gezdirdi.

"Çok güzelsin." diye mırıldandı sonunda, gülümseyerek. Sabah ışıkları ikisinin yüzüne vuruyordu. Kaşmir yorgan tenlerini okşuyordu. "Çok güzelsin, kurabiyem. Seni hak etmek için ne yaptım ki ben?"

"Kendini küçümsüyorsun." Jungkook gözlerini açmadan sızlanır gibi konuştu. "Yakışıklısın, zekisin, güçlüsün. Seni isteyen çok fazla insan var." Gözlerini açtı. "Ve ben hepsini parçalamak istiyorum." 

Taehyung küçük bir kahkaha attı. "Sinirlenince kızgın bir tavşana benziyorsun." 

Jungkook ona hayranlıkla baktı. "Sen de gülünce tanrıya benziyorsun." Durdu. "Bu arada, çok iyi sevişiyorsun."

"Biliyorum." Taehyung gerindi ve hızla ayağa kalktı. "Hadi, güzel bir kahvaltı yapalım ve eski, boktan hayatımıza geri dönelim." Yerde duran pantolonuna uzanıp sessizdeki cep telefonunu çıkarttı. "Yuh ama." dedi şaşkınlıkla. "217 arama, 613 mesaj." Mesajlara şöyle bir göz gezdirdi. "Çoğu Heechul'den. Manyak herif, kıyamet kopacakmış, başımıza meteor falan yağacakmış. Bir de alt mahalledeki çirkin kız evleniyormuş. Bu çocuğun derdi ne?" Son aramalara bakınca Baekho'un adını gördü ve hızla onu aradı. "Bakalım ne boklar dönmüş?"

"Şey olabilir mesela, Kai Kuzey Kore'ye savaş açmıştır." Jungkook bir kedi gibi yatakta gerindi. "Ya da ne bileyim, Avrupa Birliği onu barış elçisi falan seçmiş olabilir."

"Pozitif düşün, belki ölmüştür." Taehyung omuz silkti. Baekho telefonu açınca dikkati ona çevrildi. "Baekho, neler oluyor?" Biraz dinledi. "Ne oldu dün gece? Laf kalabalığını kes." Gözleri duyduklarıyla hızla Jungkook'a çevrildi. "Jin mi? Ne olmuş Jin'e?"

Jungkook duyduğu isimle hemen doğruldu. Gözleri endişeliydi. "Ne oldu ağabeyime?"

Taehyung bir an dudaklarını yaladı ve konuştu: "Jin... Cl'i öldürmüş."

///

Ortam çok, çok gergindi.

Ve insanlar, Pembe Prens'te kahve içiyorlardı.

Saat sabahın yedisiydi. Hava sabah yüzünden soğuktu. Şehir henüz uyanmamış olmalıydı ama bilakis, şehir zaten uyumamıştı. Elektrikler, su ve doğalgaz kesiliydi. İnternet bağlantısı da yoktu. Namjoon son bir gayretle küçük bir tüpün üstünde kahve ısıtmıştı, çünkü kahveye bayılırdı ve Pembe Prens'teki herkes kahve içecek kadar boştu.

"Dalgınsın." diye mırıldandı, Seokjin'e doğru. Adam irkilerek Namjoon'a baktı.

"Ne olacağını düşünüyorum."

"Güzel şeyler." diye geçiştirdi, Namjoon. "Sen buradasın. Güzel şeyler olacak." İkisi de bu söze gülümsedi. 

Luhan Sehun'la ilgileniyordu. Heechul, dünden beri oturduğu yerde yine koltuğuna çökmüş, dışarıyı izliyordu. Kafasında parçaları birleştirme çabası görülmeye değerdi. Ama yorgundu. Tüm gece uyumamış, kıyamet senaryoları yazmıştı ve herkesin bildiği bir şey varsa o da Kim Heechul uykusuz kaldığında çenesini kapatırdı.

"Adamım." diyerek içeri girdi, Jackson. Bambam da elindeki rubik küple oynayarak onu izledi. Minho ise hafifçe gülümsedi. Aylar öncesi düşünüldüğünde enteresan bir üçlüydü. Jackson Namjoon'un elini sıktı ve omuz tokuşturdular.

"Durum nedir, Jack?"

"Bildiğiniz gibi, adamım. Elektrik yok. Su yok. Kai'ye ait hastaneler iş görmüyor. Ayrıca onun bölgesine de kimse giremiyor."

ALTIN PİÇLER ŞEHRİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin