-Aynı günün sabahı-
Seokjin ve Namjoon arabanın içinde sessizce oturuyorlardı. Namjoon'a, herkes gibi, öğrendikleri ağır gelmişti. Birkaç derin nefes almış, etrafındaki tenha sokağa bakınmış ve kaşlarını çatarak nasıl bir adım atması gerektiğini hesaplamaya girişmişti.
Ama Namjoon'un adım atmaya cesareti yoktu. Bir tarafta Seokjin, diğer tarafta ise Taehyung vardı.
"Taehyung'a karşı iyi şeyler yapmadığımı biliyorum." diye kısık bir sesle lafa girdi, Namjoon. "Sana ne kadar hayran olursa olsun, senin için bir adım bile atmamıştı. Seni korumuştu ve bana da hep sadık olmuştu. O zamanlar gençliğine verebilirdim. Büyüklük yapabilirdim. Ama öfkem ağır bastı. Onu... Neredeyse öldürecektim."
"Namjoon..." Seokjin yavaşça sevgilisine uzandı ama Namjoon durmak istemiyordu.
"Lütfen, lafım bitsin." Sevgilisine baktı. "Monster namını almamın nedeni bile sendin. Sana yaklaşanlara etmediğim kalmıyordu. Taehyung bir istisna değildi."
"Biliyorum." diye mırıldandı adam.
Namjoon'un boğazına bir yumru oturmuştu. "Seni çok seviyorum. Seni gerçekten çok seviyorum, Seokjin. Yemin ederim, ikimizin canı arasında seçim yapmak zorunda kalsam, seninkini seçerim."
Seokjin dolan gözleriyle başını salladı ve gülümsedi. "Biliyorum."
Namjoon bir süre sessiz kaldı. "Ama Seokjin," Tekrar durdu. "Biz, onu bir kere terk ettik. Onu diğer çetelerin önüne attık. Öfkemiz yüzünden onu yarı yolda bıraktık. Şimdi bize tekrar güveniyor, hatta bizi affetti. Onu yine yarı yolda bırakamayız. Yoongi de böyle düşünecektir."
Seokjin şaşkınlıkla konuşamadı. Saniyeler sonra, nihayet sesini bulabildiğinde "Benden taraf değil misin?" diye sordu, zorlukla.
"Bu lafı beğenmedim. Şöyle diyelim: Sen kardeşlerin hepsini elemek konusunda Taehyung'a yardım et. Hoseok'un babasından kimseye bahsetme. Bu duyulmasın, Hoseok dahi bilmesin, yoksa onu da kullanmaya çalışacaklar. Monarşiyi devam ettirmeye çalışırlar, ki bu istediğimiz şey değil. Taehyung zaten Dragon'ın çocuğu olmadığı için kimse onu en tepede kabul etmez. Zaten Taehyung'ın istediği de bu değil. Kardeşler ölünce de, bizim elçiliğimiz biter. O zaman, hep birlikte, devletin Altın Piçler Şehri'ne girmesine izin veririz. Ben de doğru olanın bir devlet olduğunu düşünüyorum."
Seokjin yutkundu. Namjoon'un koşulları kabul edilmeyecek gibi değildi ama bilmiyordu. Şartsız bir iş birliği beklemişti.
Uzun bir sessizlikten sonra Youngjae arka kapılardan birini açıp arabaya oturdu. "Kabul ediyorum." diye fısıldadı Seokjin, o sırada.
"Neyi?" diye sordu çocuk, elindeki gazoz şişesini diklemeyi kesip.
"Taehyung'ı başa geçirmemiz gerek. Ve Hoseok'un Dragon'ın oğlu olduğunu kimse öğrenmeyecek, tamam mı, Youngjae?"
"Ah, harika plan!" diyerek güldü çocuk. "Eski kankam Altın Piçler Şehri'nin sahibi mi oluyor?"
Bu soru ikisini de ürpertmişti ama çocuk gayet keyifli bir şekilde gazozunu içmeye devam ediyordu.
///
Park Jimin evden çıkmak için bir bahane arıyordu. Çok sıkılmıştı. Çok zengindi, her şeyle IU ve kahya Sebastian ilgileniyordu ve Jimin'e sadece adamlarından gelen gereksiz dedikoduları dinlemek kalıyordu.
"Efendim," diyerek salona girdi, kahya Sebastian. "Bir misafiriniz var."
"Harika." diyerek ofladı çocuk. "Çok sıkılmıştım. Çağırın, gelsin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALTIN PİÇLER ŞEHRİ
FanfictionBurası normal bir şehir değil. Burası acıyla, tehditle ve kanla süslendi. Herkes intikam istiyor. Herkes birbirini suçluyor. Çeteler, hiç olmadıkları kadar öfkeliler. Çeteler, güç istiyorlar. Küçük bir çetenin lideri olan Kim Taehyung, unutamadığı g...