Carl, evin kapısını açıp içeri girdi. Adımları mutfağa yönelmedi. Ne kâğıdı, ne de üzerinde yazanları merak etmiyordu. Bir beklenti olmadan yaşamak hem çok kolay hem de çok zordu. Farklı bir gezegen gibiydi bu. Burada zaman farklı işliyordu. Her dakika yirmi dört saat gibiydi.
Karanlık salona girdi. Nereye gideceğini bilen adımlar bir ışığa ihtiyaç duymuyordu. Yavaşça telefona uzandı ve arkasındaki fişi çekti.
Seth'in son geldiğinde düzenlediği bara ilerledi. Ayakları gibi elleri de ne yapacağını biliyordu. Kadehe viskiyi doldururken gülümsedi. Keşke beyni de onlara katılabilseydi.
***
Nasıl uyuduğunu anlamadığı gibi nasıl uyandığını da anlamadı Carl. Sadece aniden olmuştu. Rüya dahi görmemişti. Ve hâlâ ordaydı. Ne kadar olmuştu? Bir an düşündü, ancak sonra cevabı umursamadığını hatırladı. Umursamamak ne de kolaydı.
Yavaşça uzandığı koltuktan kalktı. Sehpanın üzerindeki boş bardağı alıp mutfağa ilerledi. Viskinin yerini kahveyle değiştireceği bir zaman dilimindeydi. Artık bir düzeni olmasa da en azından ritüelleri vardı.
Mutfağa girdiğinde gözü bir an bile buzdolabının üzerindeki kâğıda gitmedi. Kendini şartlamış mıydı bilmiyordu. Sadece ne yazmak, ne de okumak istiyordu. Tek isteği yalnız kalmaktı. Makinenin öten sesiyle ana döndü ve buharı tüten kahveyi kupasına doldurdu. Canı bir şey yemek de istemiyordu. Kahvesini içerek mutfaktan çıktı ve çalışma odasına yöneldi.
Düşünceleri ve ruh hali onu tek bir kitaba yönlendiriyordu: "Başucu kitabım" dediği, defalarca okuduğu, altı çizilmedik cümle bıraktırmayan kitaba. Kapağında İşte Böyle Dedi Zerdüşt yazan kitaba uzandı.
Kitabı okumaya başlayalı ne kadar olduğuna dikkat etmedi. Dakikalardır ya da saatlerdir okuyordu. Kitaptaki belli satırların belli hislere cevap olması onu şaşırtmıyordu. Kitabı okuduğu her seferinde bunu yaşamıştı.
Yalnızlığına kaç, dostum! Görüyorum. Büyüklerin gürültüsüyle sersemlemiş, küçüklerin iğneleriyle kevgire dönmüşsün.
Kitabı okumuyordu Carl. Nietzsche ile konuşuyordu. Adamın sert bakışları ruhuna işliyordu adeta. Kahvesini içerken fırça gibi bıyığına bulaşan kahve damlalarına bakıyordu. Bazen adamın kendini acımadan eleştirmesini izliyor, bazen de ona en doğru anda en doğru cümleleri söylediğini işitiyordu. Okumuyordu Carl. Yaşıyordu.
***
Gözlerini araladığında onu karanlık karşılamıştı. Sabahları güneşle uyanmak için perdeleri asla kapatmazdı ancak diğerinin girdiği ruh halini, hiçbir şeyi etrafında istememesini hesaba kattığında perdelerin kapalı olmasına şaşırmadı. Sıkıntıyla iç çekti ve ağır hareketlerle yataktan çıktı. Kalın perdeyi tek hareketle açarken havanın çok da aydınlanmadığını gördü. Acaba saat kaçtı? Yalnızken yaşadıkları kalabalıkta toplam kaç günü daha devirmişlerdi?
Kilit tuşuna basıp da ekran aydınlanınca saatin altı olmak üzere olduğunu gördü. Diğeri birkaç gündür sürücü koltuğundaydı. Bu git-gelin neye göre gerçekleştiğini bilmiyordu. Aslında detayları hiç bilmiyordu. Bilinçli olarak bilmekten kaçınmıştı. Uzun süredir, ilk kez bilincinin kontrolü ondayken, kimse ondan aksini beklememeliydi.
Buzdolabının üstündeki kâğıdı hatırladı ve mutfağa indi. Zaten bildiği satırları tekrar okudu. Geri plandayken gördüklerini, dokunarak da tecrübe etme ihtiyacı hâlâ ağır basıyordu. Yazılan son cümleyi okudu.
Rachel'ı gördüm. Gidiyordu.
"Dönecek" diye mırıldandı. Belki onunla çok konuşmamıştı ama yaşamı tekrar dinlemeyi tercih ettiğinden beri kadını izliyordu. O kadın, uzun süre boyunca sığınağı haline getirdiği yeri kolayca bırakmazdı. Bırakamazdı. Denerdi evet, ama sonra kontrol ihtiyacı ile geri de dönerdi. Daha emindi artık. Sesi daha güçlüydü. Unuttuğu ses tonu bir kere daha yankılandı mutfakta.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEN DE KİMSİN? (TAMAMLANDI)
Roman d'amour32 yaşında, genç yaşına rağmen kariyeri başarılarla dolu, mükemmeliyetçi, sıkıcı derecede iyi olan Carl'ın, terapisti ve yakın arkadaşı dışında kimsenin bilmediği ufak bir problemi vardı. Bazen bilmediği yerlerde uyanıyor, gardrobunda tarzı olmayan...