56. Bölüm: Sonrası...

1.4K 217 18
                                    

Kapıyı açıp eve girdiğinde hiçbir şey olmamış gibiydi. Ama her şeyin değiştiğini hissediyordu Carl. Çok değil, yalnızca bir saat önce, yıllardır en sessiz yerinde sakladığı o şeyi cümlelere dökmüştü. Yorgun ya da üzgün hissetmiyordu. Aslında aynı anda o kadar çok duygunun tadını alıyordu ki hiçbirini seçemiyordu.

İç çekti. Düşünceleri öyle sesliydi ki sağır olduğunu hissetti. Hiçbir şeyi duyamıyordu. Adımları mutfağa doğru yöneldi. Neler olduğunu, bu kez nereye gittiklerini, yolculuklarının neresinde olduklarını diğerleri de bilmeliydi.

Kâğıda ve üzerinde yazılanlara baktı. Üzerine yazılar yazılmış basit bir kâğıt parçasından öteydi gördükleri. Belki de devam edebilmelerini sağlayan nesnelerden biriydi. Kaleme uzandı ve birkaç cümle daha ekledi o keşmekeşin sonuna.

***

Ethan, eve girerken sessizdi ancak kafası harıl harıl çalışıyordu. Sadece ilk kez hiçbir düşünceyi seçmeye çalışmıyordu. Düşüncelerini kendi haline bırakmıştı. Beklediği ise hepsinin doğru yerlere geçip yerleşmesiydi. Sonra tek tek inceleyecekti.

Salondaki koltuğa oturduğu esnada tam karşısındaki sandalyeyle göz göze geldi.

Düşen sandalye.

Düştüğü yerden kaldırılmayan sandalye.

Basit bir sandalyenin tetikleyicilerden biri olmasına şaşırmadı. Mesleği gereği nadiren şaşırıyordu. Çözüme bu sandalyeden gitmesi gerektiğini biliyordu.

Yıllar önce başka bir danışanıyla yaşadığı bir an geldi aklına. Adam kız arkadaşıyla birlikte sokakta yürürken etrafları üç kişilik bir grup tarafından sarılmıştı. Basit bir hırsızlık gibi görünen bu olay, danışanı için öyle olmamıştı. Olay bittikten sonra gelen yoğun utanma duygusu, güçsüz hissetme, ezik ruh halinden kurtulamamıştı. Ve peşinen gelen suçluluğa da adeta sarılmıştı.

Adamı dikkatle dinlemiş sonrasında da bu düşüncesine ne kadar inandığını sormuştu. Aldığı cevap ise yüzde yetmişti. Ethan o andan sonra da neye odaklanmayacağını öğrenmiş ve tamamen kalan yüzde otuza odaklanmıştı. O yüzde otuzun üzerine gitmiş, fark edilmeyen noktaları fark ettirmiş, düşünülmeyen ya da önemsenmeyenleri ortaya çıkarmıştı. Her üzerine gidişinde bir düğümü daha çözmüştü. Tüm bunların sonunda aynı soruyu yinelediğinde ise yüzde yirmi cevabını almıştı.

Gülümsedi. İlk yapması gereken şey; yere düşen sandalyenin yüzdelik pastanın ne kadarını kapsadığını öğrenmek olacaktı.

***

Açık pencerelerinden temiz havanın dolduğu ferah salonda hafif tempolu bir müzik duyuluyordu. Rachel, üçlü koltukta ayaklarını uzatmış, kucağındaki diz üstü bilgisayarın ekranına dikkatle bakıyordu.

Bir süredir evden çalışıyordu ve patronu hâlâ onu kovmamıştı. Aksine, kaçık herif maaşına zam yapmıştı. Kızıl da bazen onu arıyordu. Annalisa ise her anındaydı. Kadın başka şehirden bile yetişiyordu.

İyiydi Rachel. İsyan etmek yerine kabullenmeyi, pişman olmak yerine benimsemeyi, susmak yerine konuşmayı öğrenmişti. Ya da öğrenmeye çalışıyordu. Yılların alışkanlıkları kolay değiştirilemiyordu.

Bazen rol yapıyordu. Bazen sessizleşiyordu. Bazen melankolik hissettiği oluyordu. Eh, bir kalbi vardı, bundan daha doğal bir şey olamazdı. Tek fark ise, artık bunları hissettiğinde paniklemiyordu. Paniklemek yerine görmeyi, dinlemeyi, öğrenmeyi deniyordu.

Balkondaki geceyi asla unutmadı. O karanlık gecede, o karanlık gökyüzünde, her şeye rağmen yıldızları gördüğünü asla unutmadı. Sözlerinin şifasını asla unutmadı. Bir tuğla daha koymuştu karakterinin inşaatına. Kimse tam anlamıyla olamazdı. Kimse hiçbir zaman tamamen olgunlaşamazdı. Kimse "Büyüdüm" diyemezdi. Her gün öğrenilen, her gün yeni şeyler tecrübe edilen bir evrendelerdi. Bunları unutmadan geçirdi günlerini.

Geçen günler, üzerine eklenen aylar, gülüşler, gözyaşları, sevilen anlar, sevişilen anlar... Hepsini kucakladı ve bugün koltukta ayaklarını uzatan kadın çıktı ortaya.

***

Açık pencerelerinden temiz havanın girdiği salonda çıt çıkmıyordu. Üçlü koltuğun tam ortasına oturmuş Carl, önündeki sehpaya yayılmış fotoğraflardan birini eline aldı.

Yaşlı bir adamla bir çocuğun kahkahalarla güldüğü ana bakarken yüzünde hiç mimik yoktu.

Yıllardır üzerini kapattığı yarayı bilerek ve isteyerek açmıştı. Akan kanı umursamamıştı. Geçmişi söküp atmıştı belki de. Sırada ne vardı bilmiyordu. Bu ana o kadar çok kilitlemişti ki kendini, bir sonraki adımda ne yapması gerektiğine dair hiçbir fikri yoktu. Sonrasını düşünmemişti. Sanki film burada bitiyordu. Hikayesini anlatmıştı ve bitmişti.

Sahiden bitmiş miydi? Diğerleri ortaya çıkmaya devam etmeyecek miydi yani? Gülümsedi. Fotoğrafa değil düşündüklerine. Kabuktan kan akarken her şey normal olur muydu hiç?

Hayatının artık farklı olacağını hissediyor ama nasıl olacağını bilemiyordu. Çok iyi bildiği yerler bitmiş, ezberi bozulmuş gibiydi. Elinde oynanacak ya da yazılacak bir sahne kalmamış gibiydi. Güven hissi sanki odayı terk etmişti. Gidecek yeri yoktu. Tek başınaydı. Hayır korkmuyordu. Sadece gelecek olanı bilemiyordu. Her şeyi kontrol etmek ama bir o kadar da edememek, her şeyi bilmek ama aynı zamanda bir bok bilememekti yaşadığı. Zordu.

Bir yarışta değildi. Kazanan ya da kaybeden aramıyordu. Daha fazla parçalanmak istemiyordu. Yere düşenleri toplamak da istemiyordu. Fotoğraftaki çocuğa baktı tekrar. Üzüldü.

Kaç kişi evinde oturup çocukluk fotoğraflarına bakıyordu artık? Kaç kişi gözlerini kapatıp o çocuğu hayal ediyordu? Birçok insan büyüdükten sonra o çocuğu unutuyordu. Ne onu düşünüyor ne de onunla konuşmayı deniyordu. Çünkü bir an durup denese, gözlerini kapatsa ve zihninde onu herhangi bir yaşta hayal etse, onunla karşılıklı otursa göreceği tek şey o çocuğun üzgün yüzü olacaktı. O yüze bakmak ağır gelecekti. O çocuğu kaç farklı şekilde hayal kırıklığına uğrattığı gerçeğini kaldıramayacaktı. Ağlayacaktı. Çünkü bir çocuğun üzgün gözlerine bakmak, o bakışlardaki anlamı kavramak ona başka seçenek bırakmayacaktı.

Tıpkı Carl gibi.

Boş bir salonun ortasında oturmuş, elindeki fotoğrafa bakarak ağlayan otuz küsür yaşındaki bu adam gibi.

***

Rachel, evin en az kullanılan yeri olan mutfaktan elindeki kahve dolu kupayla salona geçtiğinde kararan havaya sıkılarak baktı. Eli refleksle ışığa gidecekken vazgeçti. Balkona doğru yürüdü ve kapısını açıp dışarı çıktı.

Soğuk değildi. Ayakta durarak kahvesini yudumladı ve etrafı izledi. İş çıkış saatini biraz geçmişti. Yürüyen insanları izliyor, belli aralıklarla da kahvesini yudumluyordu. Bir çeşit terapide gibiydi.

Bardağı yarılamışken ve bir sonraki yudumu içmek üzereyken yürüyenler arasında birini fark etti.

Ve öylece kaldı.

Carl, ne yavaş, ne de hızlı denecek adımlarla yürüyordu ve ona doğru geliyordu. Rachel refleksle içeri girdi. Karanlığın içinde kaybolmak istedi. Aniden bir titreme gelince balkonu kapattı. Işığı yakmadı. Bardağı yavaşça sehpanın üzerine bıraktı ve beklemeye başladı.

Hem neyi beklediğini çok iyi biliyor, hem de bilmiyordu.

Gelen hangisiydi? Neden gelmişti? Ne istiyordu? Ne olacaktı? Her şeyi baştan mı yaşayacaklardı? Derin bir nefes aldı. Sakinleşmeye çalıştı. Bunlar olabilirdi. Ardında bıraktığı bilinmezlik, hayatına böyle şeyleri getirebilirdi. Ancak yine de dakikalar sonra kapı çaldığında irkilmesine bunların hiçbiri mani olamadı.

Arkasını dönüp ürkek bakışlarla kapıya baktı. Ardındakini görerek baktı. Havada süzülürcesine yürüyerek kapının önüne geldi. Nefesini dahi sessiz alıyordu. Kapının diğer tarafındaki adam zili ikinci kez çalmadı. Bekledi. İki insan, kapının her iki yanında durmuş neyi beklediklerini bilmeden bekledi. Biri hangi Carl'ın geldiğini bilmeden, diğeri de ağzından neyin çıkacağını bilmeden.

Rachel'ın eli kapı koluna giderken Carl eş zamanlı olarak konuştu.

"Lütfen."

SEN DE KİMSİN? (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin