16. BÖLÜM

723 78 0
                                    

Mete elini tutarak sudan çıkmaya çalıştı. Kaynar su, kırılan kemiklerinin hepsini eritmiş ve birbirine kaynatmıştı. Normal insanlar için asla dayanılamayacak kadar sıcak bir sıcaklığa sahipti, ancak ruh enerjisine sahip insanlar için bile fazla sıcak sayılırdı. Belki öldürmezdi, ancak ölüm kadar acı verirdi.

Mete zorlukla sudan çıkmayı başardı. Elindeki acı hala aklındaydı, bu yüzden sürekli elini tutuyordu.

Yavaşça sudan çıkarak az uzağındaki havluya sarıldı. Belli etmese de sudan çıkınca kemiklerine kadar donmuştu. Hava sıcak olmasına rağmen, kaynar suya göre buzullardan farkı yoktu.

Birkaç dakika geçmeden, Yamtar sırtında kocaman mavi boynuzlu beyaz kürklü bir geyikle mağaraya girdi. Geyiğin boynundan son kalan kan damlaları mağarayı ıslatıyordu.

"Erken uyanmışsın..." dedi Yamtar.

Mete Yamtar'a doğru baktı. Yamtar ifadesiz bir şekilde Mete'ye bakıyordu. Yüzünün bir bölümü kanla sıvanmıştı. Yarı çıplak bedenini sadece kalın bir ayı kürküyle sırtını kapatmıştı. Kaslarının arası çukur gibi görünen göğsü ve karnı hala açıktaydı.

Mete başını salladı ve yine eline baktı. Kocaman harflerle "BECERİ AKTI" yazıyordu.

Yamtar karanlıktan çıkıp Mete'ye doğru yürümeye başladı. Yürürken arkasına aldığı ışıkla birlikte Mete'ye yaklaşan bir dev gibi görünüyordu.

Mete oturduğu yerden kalktı ve Yamtar'a doğru yürüdü. Yamtar anlamsızca Mete'ye bakıyordu.

Mete, konuşmadan elini Yamtar'a gösterdi. Yamtar, Mete'nin elindeki yazıya bakmasına rağmen herhangi bir tepki vermedi. Sadece anlamsızca hem Mete'nin eline hem de Mete'ye bakıyordu.

"OKUYAMIYOR MUSUN?!" dedi Mete. Yamtar yine herhangi bir tepki göstermedi.

"Yara izinden başka bir şey göremiyorum!" dedi Yamtar.

Yamtar, Mete'nin dünyasındaki yazıyı okuyamıyordu. Çünkü birçok yönden farklılıkları vardı. Alfabeleri Latin alfabesinden farklıydı. 138 harften oluşuyordu ve içinde birçok şekilsiz ve birbirine benzeyen harf bulunuyordu. Dünya genelinde aynı alfabeyi kullanmıyorlardı.

Mete bir şey söylemeden ayağa kalktı. Şu an için yara izinin önemi yoktu. Yeri geldiğinde zaten öğrenecekti.

Yamtar, sonu olmayan karanlık mağarada ilerleyerek Mete'nin de kendisini izlemesini işaret etti. Mete sorgusuz sualsiz Yamtar'ı izlemeye başladı. Mağara düşündüğünden daha büyüktü. Kaynar suyu geçtikten sonra önlerine dar uzun bir yol çıkıyordu. Yol gittikçe daha da genişliyor ve büyüyordu.

Yaklaşık 10 dakika yürüdükten sonra Mete güçlü bir soğuk hissetti. Bedeni adeta istemsizce titremişti. Mete buna karşı koymak istese de karşı koyamıyordu.

Yamtar, mağaradan oluşan büyük bir odaya girdi. Mağara gibiydi ama daha çok bir evin odasına benziyordu. Yine yerde ufak bir havuz vardı. Mete suya bakarken bile üşüyordu.

"Yıllardır yeraltından çıkan saf buz suyu... Herhangi bir derecesi yoktur. Ne kadar fazla yer altında kalırsa o kadar fazla soğur. Buna rağmen buz tutmaz. Sadece el değmemiş dünyalarda bulunur..." dedi Yamtar.

Mete, büyük bir cesaretle ayak parmaklarını derecesi bile belli olmayan soğuk suya soktu. Ayak derisi suyla buluşunca bedeni güçlü bir titremeyle sarsıldı. Ne kadar dirense de bedeni güçlü soğuğa karşı direnmesi zorlanıyordu.

Mete, zorlukla bir ayağını suya soktu. Az önce kemik eritecek kadar sıcak sudan çıkmıştı. Bedeni normal olarak sıcağa alışmıştı. Hücreleri sıcağa alışmıştı. Sıcak bedeni soğuk suyla buluşunca güçsüz hücreleri bir bir ölüyordu.

Sıcak dengesi, sert bir vücudun en büyük sorunuydu. Savaşçılar her türlü koşullarda bulunabilirdi. İmparatorluk, gereğinden büyük arazilere sahipti. Bir tarafı buzullarla kaplıyken diğer tarafı çöllerle kaplı olabiliyordu. Olası bir savaşta çölde bulunan askerler buzullara doğru yola çıkıyordu. Buzullarda savaşıyordu. Dirençsiz askerler savaştan değil, ilk önce soğuktan ölüyordu. Bu yüzden imparatorluklar, koyun yerine aslan eğitmek istiyordu.

Bedenin direncini arttırmak çok önemliydi. Güçsüz hücreler bir bir ölürken güçlü hücreler dayanmaya devam ediyordu. En sonunda kalan en güçlü hücrelerden yeni hücreler üretiliyor, beden yeniden yapılanıyordu. Savaşçı, genç yaşta bu işleme adım atmışsa hücreler daha çabuk yenileniyor ve daha güçlü oluyordu. Bu sayede savaşçının hem bedeni güçleniyor hem de direnci artıyordu. Bu, tanrının bir mucizesi; adaptasyondu.

Mete'nin bütün vücudu suyla buluştu. Bedeni birçok kez titredi. Mete, bir anda vücuduna birçok buz kılıcının saplandığını düşündü. Derecesiz hareket bile etmeyen su, bıçaktan daha keskindi. Kanının bile donduğunu hissediyordu. Bedenindeki ölen hücreler canını acıtmıyordu, ancak başını döndürüyordu. Başına ince bir ağrı bile girmişti.

Zamanla Mete'nin vücudu tamamen uyuşmaya başladı. Bedenin herhangi bir tarafına dokununca herhangi bir şey hissetmiyordu. Berrak su dalgalanırken Mete'nin gözleri yavaşça kapanmaya başladı. Birkaç kez gözlerini açmak için uğraşsa da göz kapakları Mete'nin kontrolünden çıkmıştı. Adeta tonlarca yük Mete'nin gözlerine binmişti.

.....

Yine sonsuz bir bozkırın içinde uzun, sarı otlara dokunarak bir çocuk ilerliyordu. Gözleri keskin bakışları sertti. Üstünde herhangi bir giysi yoktu. Bundan dolayı pek utanıyor gibi de görünmüyordu. Sadece ilerliyordu.

Uzun bir yürüyüşten sonra geniş bir söğüt ağacına ulaştı. Yüzyıllardır orada bulunuyormuş gibi görünen söğüt ağacının dalları gökyüzünü deliyordu.

Gövdesi çürümüş hatta oyulmuş olmasına rağmen dalları yemyeşil yapraklarla doluydu. Her yaprağı bir avuç büyüklüğündeydi.

Mete'nin gözleri en uç dalında sallanan şişkin ve olgunlaşmış kırmızı meyveye takıldı. Normal hayatta söğüt ağacının meyvesi olmazdı ama rüya aleminde her şey bambaşka olabiliyordu.

Mete birkaç adım atıp ağacın gövdesine dokundu. Ağacın gövdesi göründüğünden daha sertti. Çürümüş odun parçaları bile söğüt ağacını zırh gibi koruyordu.

Olgun meyve ağacın üzerinde sallanırken Mete'nin ağzı sulanıyordu. Gereğinden fazla iri ve tatlı görünüyordu. Mete ağaçtan birkaç adım geri giderek dalların uzunluğuna baktı. Gerçekten büyük bir ağaçtı.

Mete yüce söğüt ağacını hayranlıkla izlerken biraz uzağında bir silüet belirdi. Mete sebepsizce kafasını o yöne çevirdi. İçinde herhangi bir duygu belirmedi. Sadece az uzağındaki beliren kişiye baktı.

Yüzü kanlıydı. Herhangi bir savaştan çıkmış gibiydi. Bakışları donuk ve yemyeşildi. Kafasındaki kırmızı şapka yüzünün birazını karanlığa gömüyordu. Uzaktan sadece Mete'yi izliyordu.

Mete sarı saçlı donuk kıza baktıktan sonra kafasını tekrar söğüt ağacına çevirdi. Kızı yıllardır tanıyor gibiydi. Kalbinde herhangi bir duygu belirmemişti. Sadece yüzünde daha sert bir bakış oluşmuştu.

Meyve yavaşça yürümeye başladı. Sanki zaman su gibi geçiyordu. Yeşil yapraklar bir bir kuruyup yere düştü. Bütün arazi, bütün yeşil otlar, bütün hayatlar tek tek yok oluyor, kuruyordu.

Mete elini meyveye doğru uzattı. Şu anki durumunda meyveye ulaşması imkansızdı. Mete sadece elini meyveye doğru uzattı. Meyve Mete'nin bakış açısından elinde gibi görünüyordu. Mete elini sıktı ve bıraktı. Bir kez daha çürüyen meyveye baktı. Donuk gözleriyle bir kez daha az uzağındaki kıza baktı. Tekrar meyveye baktıktan sonra sesli bir şekilde;

"Bir gün seni alacağım..." dedi.

Ragnarok (Boyut Kırılması)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin