Mete'nin tepkisiz kalması adamı biraz da olsa sinirlendirmişti. Mete sessizce düşündükten sonra konuşmaya başladı;
"Yani sen Ulu Ata'sın ve bir şamansın... Tam olarak ne gibi güçlere sahipsiniz?"
Adam derin bir nefes aldı. Ne de olsa karşısında 10 yaşında bir çocuk vardı. Her şeyi yeni öğreniyordu.
"Aslında şaman ruhuna sahibim lakin bu benim gücümün kaynağı değildir. Yine de şamanlık sayesinde birçok ruhla iletişime geçebilir, hayvanları kontrol edebilir ya da kolayca boyutlar arası yolculuk edebilirim. Bu basit görünse de yıllar önce yaşamış simyacılardan hatta bazı bilgili şamanlardan ilaç tarifi veya ayin çeşitleri öğrenebilirim.
Ama benim gerçek gücüm ruhumda yatar. Normal insanların aksine vücudumda birden fala ruh barındırabilirim. Geçmişten gelen insanların gücünü ödünç alırım ve kullanırım. Sadece gücünü değil onlardan kalan eşyaları da kullanabilirim. Bazı insanların ürettiği eşyalar ruhlarına karışır ve aktarılır. Bu sayede hem güçlüyüm hem de iyi bir konumdayım. Şu an senin anlayacağın bununla sınırlı. Zaman geçtikçe beni daha iyi anlayacaksın."
Ulu Ata derin bir nefes aldı. Bu kadar konuşmak onu yormuştu ama hâlâ Mete meraklı gözlerle ona bakıyordu. Mete biraz gözlerini kısıp Ulu Ata'nın gözlerinin içine baktı.
"O zaman beni eğitmek için seni kim gönderdi?"
Hâlâ soğuk zeminde bağdaş bir şekilde oturuyor, bilgiye aç bir şekilde Ulu Ata'yı dinliyordu.
"Ne kadar güçlü olsam da şu an senin için öğretmenden fazlası değilim. Sadece kıdemlilerimden aldığım bir görev üzerine seni eğitmek için gönderilirdim. Neyse, bu kadar bilgi yeter, artık eğitme başlayabiliriz."
Ulu Ata cümlesini bitirdiği anda bir anda bedeninden yayılan aura duvarları salladı. Bedeninden çıkan sarı ışıklar Mete'nin gözelini kamaştırıyor, gözleri kapalıyken bile acıtıyordu.
Bir anda kesilen aura ve ışığın ardından Mete uykudan uyanmış gibi gözlerini açmaya başladı. Gözleri sulanmış ve netliği bozulmuştu. Birkaç kez daha gözünü setçe kapatıp açtıktan sonra görüntü netleşmeye başladı. Şaşkın bir şekilde etrafını incelemeye başladı.
Oda tamamen beyaz renkteydi. Fazla büyük olmamasına rağmen çok da küçük değildi. Oda da hiçbir şey bulunmamasına rağmen Mete içinden bir şeyin çekildiğini hissediyordu.
Ulu Ata karşısında lotus pozisyonunda bekliyordu. Ensesine inen beyaz saçları ve sert yüzüyle en güzel kadının bile kalbini bir bakışıyla parçalayabilirdi.
Ulu Ata gözlerini bile açmadan konuşmaya başladı.
"Burası Ruh Odası'dır. En zayıf ruh bile burada çalışarak ruhunu güçlendirir. Bu sayede ruhu bedenden ayırırken istediğin boyuta veya ara boyut dediğimiz eğitim alanına gönderebilirsin. Ne kadar eğitim alanı olsa da sana hayal bile edemeyeceğin güçler ve hediyeler verebilir. Şimdi, yere rahat bir şekilde uzan."
Mete, bedeninin rahat edeceği bir şekilde uzandı. Ulu Ata lotus pozisyonundan çıkıp elini cebine attı. İçinden sarı, beyaz, siyah, mor, gri ve yeşil ufak taşlar çıkarıp Mete'nin etrafına dizdi.
Mete içinden zorla çıkan ruhunu hissettiği anda yerine sabitlendi. Mete çığlıklar atıp kalkmak için kendini zorladı lakin hiçbir faydası yoktu. Zamanla çığlıkları ve kalkma çabaları son buldu, yerini büyük bir sessizlik aldı. Ulu Ata, Mete'nin yanında lotus pozisyonunda bekliyordu.
...
Mete gözlerini yavaşça açıp yerinden kalktı. Kendini hafiflemiş ve huzurlu hissetse de bir anda bütün iyi duyguları bedeninden sökülüp, alındı.
Mete etrafında da tek gördüğü şey sonsuz bir karanlıktı. Birkaç kez kör olduğunu düşünse de tepesinde duran ufak bir pencereden çıkan ışıkla bir mahzende olduğunu anladı. Kalbi deli gibi çarpıyor, vücudu titriyordu. Önünde bekleyen zifiri karanlığın içinden çıkan ürkütücü sesler arasında Mete'nin ruhu giderek eriyordu.
Mete titreyen sesiyle bağırmaya başladı:
"KİMSE YOK MU? BİRİ BENİ BURADAN KURTARSIN!"
Mete'nin sağır eden bağırışlarının karşılığı sadece boş bir yankıydı. Sonsuz bir yankının içinde Mete'nin sesi birçok kez tekrarlanarak hiçliğe karıştı.
Mete sönük ışığın altında beklese de bedeni titriyor, kalbinin çarpma sesi davul sesi gibi tok çıkıyordu. Mete derin ve kesik kesik bir nefes aldıktan sonra ilk adımını attı. Ayağı bir sıvıya batınca, ayağını ani bir refleksle geri çekti. Ayağını titreyerek ışığa tuttu, ayağı bileklerine kadar simsiyah bir kana batmıştı. Mete kafayı yemiş gibi çığlıklar atmaya başladı, çıkan ses defalarca tekrarlanıp kulağına kadar geliyordu.
Mete ışığın ortasına oturmuş deli gibi saçıyla oynuyordu. Sürekli kısık bir sesle:
"Bunlar olamaz! Bunlar olamaz! Bunlar olamaz!" diyordu. On yaşındaki Mete ömründe kendi kanından başka bir kan bile görmemişti. Zihninde yankılanan Ulu Ata'nın sesiyle kendine geldi.
"Sakin ol, bunlar gerçek değil! Sadece kalbini dinle. Burası ara boyut olduğu için zaman ve yön kavramı yok!"
Mete Ulu Atayı dinledikten sonra şaşkınlıkla etrafına bakındı. Sesin, kafasının içinden geldiğin anlasa da korkmuştu. Denileni yapmaktan başka bir yolu yoktu. Yanlış olduğunu düşünse de başka bir yol göremiyordu. Derin derin nefes alıp kendini teselli etmeye çalıştı. Ardından yavaşça yerden kalktı. Yerden kalkmasıyla kan kokusu giderek artmaya başladı. O kadar keskin bir kan kokusu vardı ki Mete artık kanı ağzında hissediyordu.
Mete yüzünü buruşturarak bir adım attı. Ayağı tekrar bileğine kadar kana saplandı. Derin bir nefes alıp tekrar bir adım daha attı. Her adımda kanın kokusu daha da ağırlaşıyordu. Kan, ayak bileğini geçtikten sonra kasığına kadar geldi. Artık attığı her adımda iyice derinleşiyordu. Bir yerden sonra boynunu da geçmeye başladı. Mete zor nefes alıyor, kanın pis akışkanı içinde çırpınıyordu. Önünü görmese bile sadece hissediyor ve duyuyordu.
Mete birkaç adım saha attıktan sonra tamamen kana battı. Jöle kıvamına dönen kanın içinde çırpınıyor nefes almak için uğraşıyordu. Elleri istemsizce çırpınıyor ve deli gibi jöle kıvamındaki kanı yumrukluyordu. Tekrar kulaklarında bir ses patladı.
"SAKİN OL APTAL, YOKSA ÖLECEKSİN! BUNLAR GERÇEK DEĞİL, DERİN BİR NEFES AL!"
Mete zorlasa da sakin olmaya çalıştı. Nefes almaya çalıştıkça jöle kıvamındaki kan ciğerlerine doluyordu. Mete aldırmadan pis kanı sürekli içine çekti. Zamanla rahatladı ve ellerini bedenine sabitledi. Gözleri kapalı bir şekilde bekliyordu.
Gözlerini açtığında kocaman bir kapının önünde duruyordu. Kapı ne kadar büyük olsa da üzerine işlenen kuru kafalar ürkütücü duruyordu. Yine beyninde derin bir ses dalgalandı.
"Aferin, ilk testi geçtin.'"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ragnarok (Boyut Kırılması)
FantasíaOn yaşında, Ulu Ata tarafından farklı bir boyuta ışınlanan Mete, kendi isteğiyle Ulu Ata'nın eğitimini kabul eder. Bu dünyada, en büyük eğiticilerden biri olan ve aynı zamanda Ulu Ata'nın öğrencisi olan Yamtar ve İzabella, Mete'nin eğitimini üstlen...