"Aynı yağmurun altında ıslanıyoruz ama aynı gökyüzüne bakmıyoruz!
İlk okumayı öğrendiğimde bu cümleyi okumuştum. Kocaman harflerle siyah deri kapağında yazılıydı. Okumayı öğrenmeme rağmen bu cümlede anlatılmak isteneni bir türlü anlayamamıştım. Fakat şimdi anlıyorum. Ah! Çok trajik ve bir o kadar da komik! Değil mi Selin? "
Selin'in üzerinden beyaz bir toz tanesi yükseldi. Yüzünde masum bir gülümseme oluşmuştu. Kafasını sessizce Mete'nin kalbine koydu. Beyaz kar tanesine benzeyen toz taneleri Selin'in üzerinden kalktıkça Selin'in yüzü de giderek beyazlaşıyordu.
"Evet, o cümleyi hatırlıyorum. Hiç anlamadığım bir kitabı okumuştum. Ne zaman öleceğini bilmediği halde yüzünü son bir kez görmek isteyen adamın dramını anlatan garip bir hikayeydi. Hayatın kavramlarını sorgularken ölümle soyutlaşan bir hayatın pençesinde savaşan bir adamdı. Uzak şehirlerde yaşayan iki kalbi anlatırken sessizleşen kimliğini koruyan iki hayat... Ve onca duyguyu hiçe sayan garip bir gurur... Ne dersin Mete, biz de yalnız yürüyeceğimiz taşlı bir yol muyuz, yoksa çaresizce gülümseyerek af dileyen bir öykü mü?"
Mete, elini Selin'in saçına uzattı. İnce altın sarısı saçların arasına giren parmaklar, denize dalmış bir balık gibi koca deryanın sularına kendini bıraktı. Mutlu görünen berrak suyun hafifliğinde korkmadan yüzüyorlardı. Duygularını kaybetmeyen balıklar, kör kütük sarhoş duygularla korunuyorlardı. Böyle huzur ve barış doluydu.
"Bilmiyorum, belki hiç yazılmayan bir öyküyüz, belki de hiç yürünmeyen bir yoluz... Ama fark etmez, sonuçta aynı hayatların romanıyız. Aynı romanın iki hayatıyız. Belki o adam ben değilim ama ben de ölmeden yüzünü görmek isterim."
Selin'in, Mete'nin yüzünden kaçan gözleri kendini yere kilitledi. Artık bir kar tanesi kadar beyazdı. Ayakları tamamen beyaz toz tanelerine dönüşmüş ve yok olmuştu. Çok kısa süre içinde tamamen yok olacaktı. Buna rağmen yüzündeki mutlu görünen ifade bir an bile düşmüyordu. Sıkıca sarıldığı bir yüreği asla bırakmak istemiyordu. Buna rağmen sonuç ölüm kadar kesindi. Bir rüyadan ayrılmak bu kadar güçlük doluydu. Yeni bir güne uyanmak ölmek kadar zordu. Çünkü rüyalar çabuk unutulurdu. Kelimeler, yüzler çabuk kaybolurdu. Rüyada olduğu gibi umut deniz kokmuyordu. Sevgi kalp gibi atmıyordu. Pişmanlık gibi unutulmuyordu, fakat tek hatırlanan birkaç kırık duygudan başka bir şey değildi.
"Hoş çakal..."
Selin'in bedeni tamamen yok oldu. Mete, bir an dudağını ısırdı. Ağzı buruşmaya başladı. Gözleri kısıldıkça kapandı. Gözünden bir damla yaş süzüldü. Ardından sıktığı dudakları yavaşça açıldı. Yüzünde acı bir tebessüm oluşmuştu. Sessizce gözlerini göğe yükselen beyaz toz tanelerine çevirdi. Artık yüzünde gerçek bir tebessüm oluşmuştu.
"Görüşürüz... Bir gün..."
Mete yavaşça ayağa kalktı. Hep güçlü olan yanı ayakta kalmak için savaşıyordu. Engeller ve duygular bir yanını çürütürken diğer yanı hep çelik gibi sağlamdı. Bu yüzden yıkılmak doğasına aykırıydı. Çünkü öfke her zaman sevgiden daha fazla ağır basıyordu.
Mete dişlerini sıkarak ileri doğru bir adım attı. Amacını unutmamıştı. İlk önce Rasa ve Izabella'yı bulmalı ve onların dediklerini yapmalıydı. Böylelikle bu dünyayı kurtarabilecekti.
Mete ışığın kör eden şafağına ayağını bastığı anda bir anda ışık kayboldu. Mete acıyan gözlerini birkaç kez kırpıp açtıktan sonra etrafına bakmaya başladı. Fakat odada göremediği sadece bir tek yer vardı. Kapkaranlık olduğu için hiçbir şey görünmüyordu.
Mete sessizce o tarafa yürümeye başladı. Karanlığa doğru yürüdükçe birkaç şeyi çok net biçimde görebiliyordu. Duvarın iki yanından iki uzun zincir karanlığın ortasında birleşiyordu. Mete sertleşen dalgın gözlerini karanlığın içine dikti. Bir şey görüyor gibiydi ama anlamak imkansızdı. Mete karanlığın içine bir adım daha attı. Gözlerinin önünde bir yüz belirmişti. Neredeyse burnu ona değmişti. Mete bir anda geri çekilip tekrardan karanlığa gözlerini dikti. Elinde güçlü bir kılıç oluşmuştu. Mete tekrardan karanlığa bir adım attı. Elini görmeye çalıştığı şeye uzattı. Eline gelen şey tanıdık geliyordu. Et gibiydi fakat yapış yapıştı. Mete elini sürdüğü şeyi yavaşça diline sürdü. Bu tadı biliyordu. Bu paslı demir tadı... Kandı.
Mete elini bir daha ileri uzattı. Etin üzerinde elini gezdirmeye başladı. Eline uzun kıllar değmeye başladı. Elini kılın üzerinde gezdirmeye başladı. Neredeyse yere kadar eğilmişti. Mete'nin kalbi hızlanmaya başladı. Eli inkâr edercesine etin üzerinde geziyordu. Mete gözlerini kapattı. Elini bir kez daha ileri uzattı fakat duyduğu bir sesle refleksle elini geri çekti.
"Me...te!!"
Mete derin derin nefes almaya başladı. Artık nefesi ağzından alıp ağzından veriyordu. Kalbi oldukça hızlanmıştı. Mete sağ elini kaldırdı. Elinde toplanan mavi ışıklar Mete'nin elinde küçük bir bıçak oluşturdu. Bıçak tamamen mavi bir taştan yontulmuştu. Mete bıçağı sıktığı anda bıçak mavi ışıklarını etrafa saçmaya başladı. Odanın her yanını çok net bir şekilde aydınlatıyordu. Karanlık tamamen yok olmuştu. Mete önündeki çıplak bedene baktı. Bir kız olduğu çok belliydi. Buna rağmen bedeninin her yanı kurumuş kan ile kaplanmıştı. Düşmüş kafasını saçları tamamen kapatıyordu. Mete uzun süre sessizce önündeki bedeni izledi. Beden artık yaşam belirtisi göstermiyordu. Sadece ellerinden iki zincir gerilmesi sayesinde ayakta durabiliyordu.
Mete titreyen elini kızın saçlarına uzattı ve yavaşça yukarı doğru kaldırmaya çalıştı fakat kızın kafası bir anda bedenden kopup yere düştü. Damarlarından koparılmış kafa yerde yuvarlanarak mağaranın taş duvarına değip durdu. Mete kararan gözleriyle kan izleriyle oluşan izi takip etmeye başladı. Her adımda gözlerinin içi biraz daha kararıyordu. Kulaklarına gelen ince sesi her adımda biraz daha duyuyordu. Bedeni her adımda titreyerek sert bir şekilde zemine basıyordu.
"Öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü..."
Mete yutkunarak bir adım daha attı. Soğuk zemin eskisinden daha kasvetli görünüyordu. Bedeninde hissettiği soğukluk ölüm kokuyordu. Kanı tamamen kurumuş gibi titriyordu. Kalbi sanki durmuştu. Gözleri bulanıyordu. Dengesini kaybetmişti. Kulağında durmadan tekrar aynı kelime dönüyordu.
"Ö... Öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü, öldü..."
Mete kafasını yukarı kaldırdı. Gözlerini kapatıp direnmeden yerdeki kafayı saçlarından tutup kaldırdı. Bu ateş kırmızısı saçlar ilk bakışta tanıdık gelmişti. Mete yüzünü aydınlığa çevirdi. Yüzünün her yanı kirden pislikten belli olmuyordu, fakat yanakları kesilmiş, göz kapakları koparılmış, dehşet içindeki iki göz ona bakıyordu. Mete hareketsiz kaldı. Elini bile oynatamadı. Gözleri her saniye içine kaçıyordu. Beyazlaşan gözleri kararmaya başladı ve bir anda yanıcı bir madde dökülmüş gibi Mete'nin bütün vücudunu karanlık alevler kapladı. Mete hareket bile edemezken elindeki kafa yanmaya başladı. Kara alevler, Mete'nin elindeki kız kafasını kemiği kalmayana dek yakıp külle dönüştürmüştü. Mete gözlerini elinden bir saniye bile alamazken gözlerinden bir damla yaş süzüldü. Gözleri bir şeytanı andırmasına rağmen bir damla yaş süzülmüştü. Vücudundaki taşan duyguları hissedebiliyordu. Beynine kadar işlenmiş bu duygu acı, öfke ve hüznü...
"Üzgünüm... Rasa..."
Mete'nin bedeninden yayılan alevler taş mağarayı buz gibi eritip yok etmeye başladı. Her şey yok oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ragnarok (Boyut Kırılması)
FantasyOn yaşında, Ulu Ata tarafından farklı bir boyuta ışınlanan Mete, kendi isteğiyle Ulu Ata'nın eğitimini kabul eder. Bu dünyada, en büyük eğiticilerden biri olan ve aynı zamanda Ulu Ata'nın öğrencisi olan Yamtar ve İzabella, Mete'nin eğitimini üstlen...