9.BÖLÜM

978 91 4
                                    

Mete, yere uzandığı yerden kalkmaya çalıştı. Bedeni yorgun ve direnci kırılmıştı, ancak içindeki farkı hissedebiliyordu. Damarlarındaki kanı daha vahşiydi, içindeki ateşi hissedebiliyordu. Eğitimini hatırlıyordu. Gözünden istemsizce birkaç yaş süzüldü. Küçük bedeninin içinde güçlü bir irade olduğunu biliyordu. Beyaz oda diğer odalardan farklıydı; gri oda, yeşil oda, siyah oda... hepsi bulunabilirdi, ancak beyaz odadaki her şey zihnini etkilerdi. Beyaz odadan ara boyuta geçer ve orada ölürsen, beyninde ölürdü. Siyah odadan ara boyuta geçip orada ölürsen, bedenini etkilemezdi. Her odanın farklı kuralları vardı, ama Mete bunlardan habersizdi.

Ulu Ata, Mete'yi en zor odaya sokmuştu. Çünkü onun içindeki iradeyi görmüştü. Mete güçlüydü, potansiyeli belirsizdi ve kararlı bir çocuktu, Başarmak istediğinde kimsenin yapamadığını yapardı. Yaşıtlarının çıkamadığı yerlere çıkarken, kimsenin atlayamadığı yerlerden atlar, her dalda boy gösterir ve birçok kızın kalbini çalardı. Bazen elit bir aileden geldiğini unutur ve sadece çıplak ellerle ufak dağlara tırmanmaya çalışır, çamurda yuvarlanır, bedeni yara alır, ama bunun hiçbir önemi yoktu. Amacına ulaştığı sürece acıyı önemsemezdi. Eve döndüğünde bazı hizmetçilerin gözleri yaşarır ve gülmemek için kendilerini zor tutarlardı. Babası ceketini günde on kez ütületirken oğlu çamur içinde eve geliyordu.


Mete derin bir nefes aldı ve bir kez daha kalkmaya çalıştı. Saatlerdir tek isteği kalkmaktı; her kalkamadığında daha da hırslanıyor, sinirleniyor ve yüzü kızarıyordu. Kendini bir kez daha zorladı. Sırtı yerden kalkmıştı, ama Mete'nin pes etme niyeti yoktu. Zorluklara rağmen dikilmeyi başardı. Yüzü kıpkırmızıydı, vücudundan terler akıyordu. Elini yere dayamasına rağmen hala titriyordu. Tek isteği ayağa kalkmaktı.

Mete, birkaç dakikalık uğraşın ardından nihayet ayağa kalkmayı başardı. Gücü eskisine göre daha da fazlaydı. Birkaç adım attıktan sonra kendisine gelmeye başladı. Dikkatlice etrafını süzdü; beyaz bir zeminin üzerinde dar bir koridorun içinde duruyordu. Etrafında boş duvarlardan başka bir şey yoktu. Aklına gelen ilk soru ile gözleri açıldı: "Ulu Ata nerede?"

Gözlerini uzun koridora dikti. Ne kadar beyaz olsa da sonsuz gibi görünen bir koridordan oluşuyordu ve bu yüzden koridorun sonu karanlıktı. Sütunlar siyaha çalıyordu, zemin ise beyazdı.

Mete, kulaklarına çarpan ayak sesleri ile irkildi. Metal botların beyaz zeminde çıkardığı ses, siyah sütunlardan oluşan duvarlarda yankılanmaya başladı. Mete ayakta zor duruyordu, ama iradesi ve inatçı kişiliği sayesinde yere düşmeyi kabul etmiyordu. Gururu, neredeyse her şeyden daha önemliydi. Bir kez kırılırsa, bir daha toparlanamayacağını biliyordu.

Mete, dikkatlice gelen kişinin aydınlığa ulaşmasını bekledi. Adım sesleri giderek artıyordu. Mete olduğu yerde bekledi ve sonunda ışığın arkasından bir silüet belirdi. Mete, ilk bakışta gelen kişiyi tanıdı. Onu yeni tanımasına rağmen, kalbinde büyük bir yer kaplamıştı. Âdeta onu yıllardır tanıyormuş gibi hissediyordu.

Ulu Ata, sakin ve asil adımlarla karanlıktan çıktı. Beyaz saçları üstündeki asil ve zarif zırhına dökülüyordu. Elindeki uzun ince kılıcı bir usta edasıyla tutuyordu. Gözlerinden bile ne kadar asil bir kişiliği olduğu görülüyordu. Mete, parlayan gözlerle Ulu Ata'ya baktı. Şimdiki hayali, onun gibi olabilmekti.

Ulu Ata kılıcını kınına soktuğunda, Mete yanında belirmişti. Mete, karşısındaki kişiye saygı duyuyordu. Az önce çektiği acılar aklından silinmişti. İlk kez yaşadığı bir olayın içindeydi. Bu yüzden ne diyeceğini bilemedi. Ulu Ata birkaç saniye Mete'yi izledi ve kaşlarını çattı. Mete, gözlerini düşürdü ve sessizce Ulu Ata'nın konuşmasını bekledi. Ulu Ata'nın sözleri eskisi gibi değildi; şimdi daha da sert ve ağırdı.

"2. Testte ejder ruhunu uyandırmayı başardın. Güçlü bir ejder ruhuna sahipsin, fakat yeterli değil. Daha öğrenmen gereken birçok şey var. Eğitimde karşına çıkan varlık sadece beyaz odanın güçsüz piyonlarından birisiydi. Güçlerini geliştirmen gerekiyor. Ejder ruhun işlenmemiş altın gibidir; şu anda değerlidir, ama işlendiğinde daha da değerli olur. Bugünkü eğitimini kısmen tamamladın. Şimdi beyaz odadan çıkıyoruz."

Mete ağzını bile açamadan oda yok olmaya başladı. İlk siyah uzun sütunlar yok oldu, ardından beyaz zemin yok olmaya başladı. Mete bir an kendisinin de yok olacağını düşündü. Düşündüğü gibi oldu. Zemin yok olurken, Mete de yavaş yavaş yok olmaya başladı. Acı hissetmiyordu, yine de psikolojik gerilime sokuyordu. Kafasını Ulu Ata'ya çevirdi. O da yok oluyordu, ama gayet sakindi. Mete, Ulu Ata'dan destek alarak sakinleşti.

........

Mete, etrafında oluşan çimenlere dokundu. Yerdeki yeşil, ufak çimenler güneşin güçlü ışıkları ile parlıyordu. Kafasını kaldırıp Ulu Ata'ya baktı, gözlerinin içi parlıyordu. Tekrar kafasını çevirdi, bu sefer az uzağındaki dipsiz ormanı gördü. Eğildiği yerden yavaşça kalktı ve ustasının yanında yerini aldı. Mete, Ulu Ata'nın beline kadar geliyordu, yine de çıraktan çok Ulu Ata'nın çocuğu gibiydi.

Ormanın içinden gelen güçlü kükreme sesleri ve haykırışlar göğü salladı. Mete, korkmamaya çalışsa da yavaşça Ulu Ata'nın arkasına saklanıyordu. Mete için en güvenilir yer orasıydı. Ulu Ata, sadece gülümsedi ve yerinde sabit kaldı. Sesler zamanla kesildi ve Mete dikkatlice ıssız ormanı izlemeye başladı. Kükreme seslerinin yerini güçlü ayak sesleri almıştı.

Ormanın içinde üç kişi belirdi. Mete dikkatlice uzakta beliren üç kişiyi incelemeye başladı. Ardından dikkatlice Ulu Ata'ya baktı. Ulu Ata'nın yüzünde herhangi bir ifade yoktu. Eğer gelenler düşman olsaydı çoktan harekete geçerdi diye düşündü Mete. Biraz da olsa rahatlamıştı. Karşıdan gelen üç kişiyi izlemeye başladı.

Üç metre boyundaki adam Mete'nin dikkatini çekmişti. Karşıdan dev gibi görünüyordu. Omzunda taşıdığı yaratığın çoğu yerde sürünüyordu. Tahminen beş metre boylarındaydı. Gri parlayan kürkü ve uzun pençeleri dikkat çekiyordu. Dikkatli bakınca ayı olduğu anlaşılıyordu. Yanında gelen iki metre boyundaki kısa siyah saçlı hasır şapkalı kadın, elindeki iki kısa katana ile hem tatlı hem de tehlikeli görünüyordu. Giyindiği giysi zırh değildi, hatta vücudunun birçok bölümünü gösteren kumaştan elbiseydi. Ağzındaki pipoyu hiç eliyle tutmasa da sürekli çekip üflüyordu. Çıkan duman kadının yüzünü kaplıyordu. Kulaklarındaki kırmızı taşlı küpenin ışığı uzaktan bile belli oluyordu. Diğer kişi ise 10 yaşlarında bir kız çocuğuydu, saçları yanakları gibi kırmızıydı. Mete'nin boyunda ince fiziği ve içten gülümsemesi ile Mete ondan gözünü alamıyordu.

Üç kişi Ulu Ata'nın karşısına geçip selam vermişti. İri adam omuzundaki gri renkli ayıyı yere attı. Kadın ve ufak kız sadece eğilmekle yetinmişti, iri adam tek dizinin üstüne çöküp göğsüne sertçe vurmuştu. Ulu Ata gözlerinin ucundan üç kişiye bakıyordu. Gözlerini ufak kıza dikti.

"Al Toprak Prensesinin burada ne işi var?"

Yamtar bir adım ilerleyip cevap verdi.

"Al Toprak Kralının isteği üzerine Mete'nin eğitimine katılmak için geldi."

Mete'nin gözleri parladı. Bir kez daha kıza baktı. Ulu Ata gözlerini Mete'ye indirdi ve sadece baktı, bir şeyler düşünüyor gibiydi. Tekrar Yamtar'a bakıp devam etti.

"Gümüş Kürklü Dağ Ayısının kanını havuza dök!"

Ardından Mete'ye döndü. Açıklama isteği duymuştu.

"Ak Şaman kültürüne göre her doğan kişi ruhunu uyandırdığında Gümüş kürklü dağ ayısının kanıyla yıkanmak zorundadır. Böylece daha güçlü ve daha dayanıklı olur."

Mete kan sözünü duyunca midesi bulandı ama hızlıca kendini toparladı. Yutkunup, onaylar biçimde başını salladı. Ulu Ata gülümsedi, ardından önündeki iki kişiyi Mete ile tanıştırmaya başladı.

"Binbaşı Yamtar; kendisi güçlü bir savaşçı ve benim eski çıralarımdan biridir. Binbaşı İzabella; kendisi güçlü ve bir o kadar da güvenilir bir suikastçıdır ve o da benim eski çıralarımdan bir tanesidir. Bir süreliğine senin ustalığını üstlenecekler."

Ragnarok (Boyut Kırılması)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin