40. Bölüm

582 62 2
                                    

"Hm... iki dakika geç kaldın, Mete! Bir cezayı hak ediyorsun!"

Mete hafiften gülümsedi. Lanet kadın saniyeleri bile sayıyordu. Fakat aklında güzel bir fikir vardı. Bu sefer kurtulacaktı.

"Lütfen beni affet, İzabella. Yemeğim bittiği anda bütün gücümü ve hızımı kullanarak derse geç kalmamak için uğraştım. Ne de olsa senin derslerini ölsem de kaçırmak istemem. Eğer hatam affedilmeyecek derece büyükse, bu aciz öğrenciniz hayatını hiçe sayarak kendini burada idam etmekten çekinmeyecektir."

Mete bir dizinin üzerine çöküp yumruğunu kalbinin üzerine koydu. Kafasını eğdiği için gülümsediğini İzabella görmüyordu. Mete uzun zamandır kısa süreli geç kalmalar yüzünden sayısını unutacak kadar ceza almıştı. İzabella'nın verdiği son cezadan sonra aklı başına gelmişti. Üç gün boyunca dağ dağ gezerek Yeşil Zümrütlü Dağ Ayısı aramıştı. Girmediği mağara, dövüşmediği ayı kalmamıştı. Ömründe görmediği kadar ayıyı üç günde görmüştü. En son girdiği mağarada Yeşil Zümrütlü Dağ Ayısını bulmuştu. Fakat Yeşil Zümrütlü Dağ Ayısı düşündüğünden daha da güçlüydü. Dövüştüğü hiçbir ayı onun gücüne denk değil. Üç saatlik bir dövüşün ardından ancak Gümüş Zümrütlü Ayı'yı yenebilmişti. Bu ayının diğer ayılardan ayıran iki özelliği vardı: birincisi alnında kocaman, ışıklar saçan yeşil renkte bir zümrüt parçası olması, ikinci özelliği ise pençeleri Mete'nin derisine her saplanışında derisi taşlaşıyordu. Gümüş Zümrütlü Ayı'nın kanı ise taşlaşmayı engelleyen tek unsurdu.

Mete kanlar içinde mağaradan çıkmıştı. Ölmekle yaşamak arasında ince bir ip üzerinde kalmış gibiydi. Sanki üfleseler düşüp bayılacaktı. Vücudunun her yanı derin pençe izleriyle doluydu. Lanet hayvanın kürkü, Yamtar'ın kasları gibiydi. Binlerce kılıç darbesine rağmen kılıcın açtığı yaralardan kan bile akmıyordu. Varlığı bile Mete ile dalga geçiyordu. Mete'nin kılıcı kocaman ayıya iğne gibi geliyordu. Fakat yine de Yeşil Zümrütlü Ayı yenilmişti. Eğer biraz daha hızlı bir hayvan olsaydı, çoğu ihtimalle Mete'nin cesedini bile bulamayacaklardı. Çünkü ayının midesinde çoktan sindirilmiş olacaktı.

Mete o bitkinlikle ayıyı bir gün boyunca taşımıştı. Birkaç kez aç kurtlar Mete'nin etrafını çevirmişti. Birçok kurtla dövüşüp ayının derisine bile zarar verdirtememişti. Bu hayatında aldığı en büyük cezaydı. Fakat kendisiyle övünmeden edemiyordu. İlk saldırısı bu kadar muhteşem olmasa, belki yine yenilebilirdi. Kış uykusuna yatmış olan ayıya nereden saldıracağını düşünürken kılıcını çekip bir hamlede iki gözüne doğru kılıcı savurmuştu. Eğer kalbine veya boynuna doğru saplamayı düşünseydi, yine ölmüş olurdu. Derisi çok sertti fakat gözleri ve göz kapakları buna dahil değildi. Derin kış uykusuna yatan zavallı ayı, ilk saldırıda dünyaya gözlerini yummuştu, fakat görmese bile Mete'nin yaptığı saldırının hemen ardından pençelerini saldırı yapılan bölgeye doğru sallayarak Mete'ye bu kadar fazla zarar vermişti. Mete kesinlikle bu ayının dengi değildi. Savaşta her şey mübahtı. Sinsice düşmana saldırmak her ne kadar aşağılık biri gibi görünmesine neden olsa da ölmekten iyiydi.

Mete sonunda İzabella'nın yanına varabilmişti. Yaraları iyice açılmıştı. Sırtındaki ayı neredeyse bir ton ağırlığındaydı. Fakat ölmeden görevi tamamlamayı başarmıştı.

İzabella gülümseyerek Mete'ye yaklaştı ve yavaşça yerdeki ayıya doğru eğildi.

"Hm... Aferin Mete, görevi tamamlamışsın. Sana ayıyı mı getir demiştim? Hm... Aslında alnındaki zümrüdü getirsen de olurdu."

İzabella gülümseyerek sırtındaki kılıcı çekip ayının alnındaki yeşil zümrüdün dibine doğru soktu. Tek hamlede zümrüdü ayının alnından söküp aldı. Zümrüt hayvana damarlarla bağlıydı. Sanki hayvanın bir organı gibiydi. İzabella tek hamlede zümrüttü damarlarıyla birlikte hayvanın alnından söküp almıştı. Yüzünde şeytani bir gülümsemeyle Mete'ye bakıyordu.

Ragnarok (Boyut Kırılması)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin