54. Bölüm

302 40 5
                                    

"Selin, sen... Sen... Gerçek olamazsın!"

Selin'in beyaz, narin teni arkadan vuran yoğun ışıkla daha da narinleşip, beyazlaşıyordu. Elmacık yanakları biraz da olsa kızarmıştı. Sevinçle parlayan deniz mavisi gözleri ışıldıyordu. Sanki kocaman gülücükler saçıyordu. O kadar güzel görünüyordu ki sadece bembeyaz kanatları eksikti. Sanki cennetten bir melek inmişti.

Selin'in iri pembeleşen dudakları hafif bir tebessümle açıldı. Mete'nin kalbi artık o kadar hızlı atıyordu ki kalbi ağrımaya başlamıştı.

"Mete... Seni çok özledim... Seni çok özledim... Sen yoktun... Gittin... Ben... Geride kaldım... Tozlanmış ve kokuşmuş bir dünyada beni yalnız bıraktın ama... Ama ben buradayım... Artık yanındayım, Mete... Çok mutluyum. Ölsem de umursamam artık... Çünkü senin yanındayım..."

Selin'in kızaran elmacık yanaklarından bir damla yaş süzüldü. Fakat gözlerindeki mutluluk bir damla yaş ile sönmemişti. Altın sarısı saçları omuzlarında dalgalandıkça elmacık yanaklarını kapatıp sorgusuzca dökülen küçük acıklı göz yaşlarını görünmeyen kalp karanlığına hapsetti. Bu dram mutluluk kokuyordu. Fakat bir o kadar da acıya mahkûm hissettiriyordu. Bu anlamsızdı. Neden duygular bu kadar çelişkiliydi? İki duygu bir anda aynı kalbi kuşatıp barış ilan ediyordu. Fakat kalbin sonunu düşünen yoktu. Hem parçalanırken hem de düzelirdi. Bu durmadan ölüp tekrar doğmak gibiydi.

Mete, sessizce kalbini tuttu. Bu yorgunluk bedeninin değildi. Titreyen ayakları değildi. Görmeyen gözleri değildi. Kalbiydi... Sızlayan kalbiydi. Acıyan kalbiydi. Bu zamana kadar hapsettiği duygularıydı. Karanlıkta yaşamaya çalışan bir damla ışıltı... Umutlarıydı... Bu sürekli sönen bir sigarayı durmadan yakmaya çalışmak gibiydi. Ta ki sigara bitip tükenene kadar... Bu kadar anlamsız ve bir o kadar da anlamlıydı. Anlatılamazdı. Çünkü anlatılacak bir şey yoktu.

Mete, hissetmediği ayaklarıyla bir adım atmaya çalıştı. Bedeni soğuktu. Ayakları yere değdiği anda koca bir boşluğa basmaktan başka bir şey hissetmedi. Ayaklarının altında ezdiği şey soğuk taş zemin değildi. Sessizliği, çaresizliği, umutsuzluğuydu... Ağzını açamaması dilini kopardığından değil, dilini hissedememesi yüzündendi. Dili yok gibiydi. Beyni yok gibiydi. Sesi yok gibiydi. Benliği yok gibiydi... Hiçliğe gömülen bir ruhtan başka bir şey değildi. Bu hisler de neydi? Ölmüş müydü? Hayır! Daha değil!

"Selin... Ben... Üzgünüm... Ben böyle olmasını istemedim... Ben seni bırakmak istemedim... Sen buradasın... Sen gözümün önündesin... Buna inanamam... Sen burada olamazsın... Sen..."

Selin, kendini boşluğa bırakır gibi Mete'nin göğsüne bıraktı. Mete, bir anda ağzına dolanan bütün kelimeleri yutmuştu. Ağzı öylece açık kalmıştı. Selin'in iki eli de kalbinin üzerindeydi. Neredeyse harap olmuş bir bedene iki narin el dokunuyordu. Acıyan yaraları bir anda susmuştu. Sessizleşmişti... Açık ağzına gözünden istemsizce dökülen yaşlar doluyordu. Şefkatle dudaklarını okşuyordu. Selin'in çaresiz bakışları gözlerine değdikçe gözlerinin ışığı sönerek yerini küçük yaş damlalarına bırakıyordu. Öyle çaresizdi. Öyle umutsuzdu...

Selin, gözlerini Mete'nin yaralı göğsüne çevirip göğsünden inen kan damlalarına baktı. Ellerine de kan bulaşmıştı. Mete için sorun olmasa da normal bir insan için bu yaralar ölümcüldü. Sadece birkaç dakika sonra ölmesine neden olurdu. Selin, yavaşça kulağını Mete'nin kalbine dayadı. Acı bir tebessümle yaş dolan dudaklarını bir kez daha açtı.

"Kalbin acıyor mu?"

Mete, titreyen bedenini bir kez daha durdurmadı ve gözyaşlarını özgürlüğe ulaşmak için çırpınan bir mahkûm gibi serbest bıraktı. Hepsi aynı anda beden hapishanesinden firar etmek için kavga ederek kızaran elmacık yanaklarından süzülerek soğuk taş zemine düşüyordu. Boşluktan karanlığa düşen gözyaşlarının çaresizliği, her ne kadar hüzün dolu olsa da bu hayat kendi seçimleriydi. Katlanmaları gereken kendi hayatlarıydı...

Mete ağzını açmak istedi fakat titreyen dudaklarını durdurmak imkansızdı. Sessizce dudaklarını ısıracak derecede sıkıyordu. Hıçkırıklarını boğazına düğümlemek istese de onları orada tutmak imkansızdı. Dudakları arasından çıkıp karanlık duvarlar arasında yankılanıyorlardı. Mete birkaç kez derin nefes aldı ve kafasını, gözlerini yukarı kaldırdı. Dudaklarını gererek gülümsemeye çalıştı fakat bu imkansızdı. Mutlu gözükemezdi. Bunu yapamazdı. Sessizce çaresiz sesiyle konuşmaya çalıştı. Fakat bunda bile başarılı olamıyordu.

"Acıyor... Hem de çok acıyor... Acıdan öldürecek kadar acıyor... Sensiz geçen günlerim kadar acıyor... Nefes alamayacak kadar acıyor... Selin..."

Mete, korkudan titreyen iki eliyle Selin'in bedenini sarmaya çalıştı. Fakat elleri titriyordu. Elleri her ileri gittiğinde geri dönüyordu. Bir daha deniyordu fakat olmuyordu. Bunu yapacak cesareti bulamıyordu. Bir anda çıkıp giden bir aşağılık olmaktan başkası değildi. Öylece terk etmişti onu. Ne olacağını bile düşünmemişti. Ne kadar üzüleceğini bile düşünmemişti. Şimdi Selin'in ona ağır bir tokat indirip ona bağırıp çağırması gerekliydi. Bütün yalnızlığının hıncını ondan çıkarması gerekliydi. Ona bütün öfkesini kusması gerekliydi. Ona karşı bütün öfkesini kusması gerekliydi. Fakat o bunun yerine ona sarılıyordu. Ona gülümsüyordu. Ona acıyordu. Böyle olmamalıydı. Eğer böyle yaparsa Mete iyice kendini kaybedecekti. Kalbi çürüyene kadar yok olacaktı. Bu pişmanlık onu öldürecekti.

"Selin... Bana kızgın mısın? Eğer kızgınsan... Kızgınsan bana vurabilirsin... İstediğin kadar vurabilirsin... İstersen öldürene kadar vurabilirsin..."

Selin yavaşça kafasını salladı ve gözlerini yukarı dikti. Fakat gözünden süzülen yaşlar bir an bile kurumamıştı. Fakat şimdi dudakları büzüşmeye başlamıştı. Sanki içinde biriken öfke bir an bile olsa gün yüzüne çıkıyordu.

"Ben kızgın değilim... Sadece... Sadece..."

Selin, bir elini sıkıp Mete'nin göğsüne küçük bir yumruk indirdi. Kafasını tamamen Mete'nin göğsüne gömmüştü fakat hıçkırık sesleri duyuluyordu.

"Ama... Çok yalnızdım, Mete... Bir anda kayboldun..."

Selin, Mete'nin kalbine bir yumruk daha indirdi. Mete çaresiz hıçkırıklarını Selin ile hüznün kirli eline bırakıyorlardı. Konuşmak için bile dili hareket edemiyordu.

"Sonra... Geri gelmedin... Aylar sonra bile geri dönmedin... Ben sinirliyim... Çünkü seni çok özledim."

Mete, titreyen elleriyle bir anda Selin'in bedenini sardı. Selin'in büzüşen dudaklarından patlayan bir hıçkırık duyuldu ve ilk kez ağlama sesi Mete'nin kulaklarına ulaştı. Artık sadece hıçkırık değildi, aylarca içine attığı bütün duyguları hıçkıra hıçkıra ağlarken bedeninden atıyordu. Kalbine sakladığı bütün acımasız duygular sanki tek tek yok oluyordu. Mete'nin de hıçkırıklara kısık bir ağlama ile karşılık verdiği duyuldu. Hissetmediği ayakları bir anda kırılmış gibi yere kapaklandı. İki kırık kalp birbirlerine sarılarak bütün öfke ve hüznünü kusuyordu. Yeniden doğmak için ölüyorlardı. Yeniden eski hallerine dönmek için gecenin bitmesini beklemiyorlardı. Güneşi doğurmak için ufuktan elleriyle güneşi gökyüzüne çekiyorlardı. Bu ulaşılmaz duygular gecenin gölgesinde kalmalıydı. Yoksa güneş tek elle çekilemezdi. Bir elinde bütün umutsuz duyguları tutarken diğer elinle güneşi kendi gökyüzüne çekemezsin. Ya güneşi bırakacaktın ya da umutsuz duygularını... Yalnızca gerçek karar sana kalmıştı. Gecenin mi yoksa gündüzün mü karanlığına saklanmak sadece senin kararındı.

Uzun bir sessizliğin ardından Mete, sessizleşen gözlerini kaldırdı. Sırtını dayadığı zemin soğuk olabilirdi fakat üzerinde güneş kadar sıcak bir his vardı. Selin hâlâ ellerini Mete'nin göğsünden çekmemişti. Bir an bile elleri Mete'nin bedeninden ayrılmıyordu. Sanki göğsüne kenetlenmişti. Çelik zincirlerle kalbine bağlanmışlardı. Öyle sıkı tutuyordu.

"İyi misin Selin?"

Mete, solgun gözlerini Selin'in üzerine dikti. Selin yavaşça ışığı sönmüş gözlerini kaldırıp Mete'nin gözlerine dikti. Garip bir sessizlik çökmüştü. Küçük bir tebessüm göstererek başını tekrardan Mete'nin göğsüne koydu.

"Bu bir rüya bile olsa... Seni görmek, hissetmek beni çok mutlu etti..."

Mete, bir an dili tutulmuş gibi konuşamadan gözlerini Selin'in üzerine dikti.

Ragnarok (Boyut Kırılması)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin