43. Bölüm: Toprak Anne

571 65 0
                                    

"Of! Ne sıkıcı bir şey! Ne kadar uğraşsam da şu lanet enerjiler birbirinden ayrılmıyor. Düşündüğümden daha zor bir şeymiş."

Mete ayaklarını bağdaş kurmuş, kolunu dizine dayamıştı. Avuç içleri birbirine kenetlenmiş, parmak uçları ileriyi gösteriyordu. İzabella rahatlamasını söylemişti lakin Mete sabırsız bir insandı. Ruh enerjisini içine çekerken enerjiler bir türlü ayrılmıyordu. Ne kadar uğraşsa da bedenine dolan enerji her zamanki gibi sarı enerjiydi. İzabella ikide bir aynı şeyi söylüyordu:

"Onu duymalısın Mete, onu fark etmelisin! Yoksa o seni duyamaz, bütün enerjiler böyledir; her ne kadar alet gibi kullanılsa da onlarda neredeyse canlı gibidir. Sen onu seversen o da seni sever, sen onu dinlemek istersen o da seni dinler, sen onu duymak istersen o da seni duyar. Tek yapman gereken onu duymak! Onu hissetmelisin, yoksa asla onu bulamazsın..."

Mete derin bir nefes aldı. Uzun saatler boyunca gözlerini hiç açmamıştı. Kısa süre önce İzabella'nın da sesi kesilmişti. Farkında değildi fakat gece olmuş olabilirdi. Belki de İzabella uyumuştu ya da Mete'yi terk etmiş bile olabilirdi. O kadından her şey beklenirdi. Zaten kısa süre önce Mete'nin burnuna giren sigara dumanı da kaybolmuştu. Normal şartlarda sigara dumanından hiç hazzetmezdi fakat İzabella'nın sigarasından gelen duman çok farklıydı; nedense genzini yakmamıştı, hatta aromasının olduğu bile söylenebilirdi. Duman ne kadar yoğun olursa içinde acayip bir rahatlama oluşuyordu. Hatta mutlu bile oluyordu. Zaten o kadının normal bir şey kullanacağını düşünmezdi. Kesinlikle o sigaradan çıkan dumanın güzel bir özelliği vardı. Ya da aroması hariç hiçbir özelliği yoktu. Ne zararlıydı ne zararsız, sadece hoş aroması yüzünden güzel hisler veriyordu.

"Acaba gözümü açsam bir şey olur mu? Ya da açmamam en iyisi... Bunun bir önemi var mı? Hiçbir şey olacağı yok! Koca arazide tek kaldım ve acıktım... Of! Normal savaşsam olmaz mı? Bence böyle şeylere gerek yok! Zaten kılıçla savaşacağım. Bence gidip avlanayım. Zaten İzabella ya uyudu ya da gitti, bende Ghost'u çağırıp şu ormandan çıkayım."

Mete yavaşça gözlerini açmak için yeltendi fakat içinde garip bir his vardı, şimdi bırakırsa pes etmiş olacaktı ve sanki her şey boşa gidecekti. Gözlerini açmak için her göz kapaklarını kaldırmaya çalışsa da ardından sıkıca kapatıyordu. Bir yanı git dese de içindeki ses durmasını söylüyordu.

"Biraz daha bekleyeyim ya! Hatta güzel bir yer bulmuşum, belki burada uyurum," dedi Mete kendi kendine. Kendisiyle çelişmeye başlamıştı fakat kararını vermiş gibiydi. Burada kalsa da sorun olmazdı. Zaten o kadar ıssız bir yerdi ki etrafta herhangi bir hayvanın bile dolaşacağını zannetmiyordu. Gözleri saatlerdir kapalı olduğu için neredeyse kendinden geçmek üzereydi. Bedeni iyice mayışmıştı. Yine de direniyordu. Belki duyardı, daha doğrusu duymak istiyordu. Her ne kadar uykusu gelse de onu duymak istiyordu. Her ne kadar sıkıldığını söylese de bunun bir anlamı olduğunu biliyordu. Onu duymak istiyordu, bunun bir nedeni yoktu. Sadece içinden bir ses toprağa renk katan enerjiyi duyması gerektiğini söylüyordu. Bir zamanlar olduğu gibi yine kalbi konuşmaya başlamıştı. İlk günleri hatırlatıyordu. Ulu Atanın Mete'yi beyaz odaya soktuğu günler hala aklındaydı. Aradan aylar geçmişti. Hatta koca yılı yarılamaktan öteye bile geçmişti. Günler ne kadar da hızlı geçiyordu. Artık eskisi gibi değildi. Bir şeyler değişmişti. En önemlisi artık ağlamıyordu. Artık eskisi kadar öfkeli değildi. Çünkü unutmaya başlamıştı. Koca bir yıl içinde her şey toz pembeye dönmeye başlamıştı. Okula gitmemek için yalvardığı günler şimdi çok uzaktı. Aslında normal bir insan için birkaç yıl öyle de büyük bir zaman değildi. Ne de olsa zaman bir göz kırpışı kadar hızlı geçiyordu. Bir gün gözlerini açıp burası neresi diye düşünüp annenin yüzünü görünce kalbi hızlanıyordu. Mutluluk seni kucağında tutarken nedensizce etrafa gülümsüyordun fakat bir gün gözlerini kapattığında aklına aynı şey düşüyordu. Biraz karmaşıktı, biraz da üzücü... ama bir o kadar da güzeldi yaşamak; gözlerin kapanırken bile kendi kendine sorduğun "Hayat bu kadar kısa mı?" sorusuyla kendini bırakıyordun, mutlu olmasan da... ufku görünmeyen o derin karanlığa...

Ragnarok (Boyut Kırılması)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin