Ulu Ata fazla konuyu uzatmazdı. Kısaca açıkladı ve sustu. Mete Ulu Ata'yı yeni tanımıştı. Yeni tanımasına rağmen sözlerine güveniyor, kendisine saygı duyuyordu. İlk tanıştığı zaman sevecen bir tavrı olsa da şu an katıydı. Ağırlığını belli ediyordu. Aynı zamanda gücünü de saklamıyordu. Bundan dolayı Mete, Ulu Ata'ya güveniyordu.
Mete karşısındaki iki kişiye baktı. Ulu Ata kadar olmasa da çok güçlü görünüyorlardı. Yamtar dev yavrusu gibiydi. Yarı çıplak beyaz bedeni güneşte parlıyor iri kasları daha da belirginleşiyordu. Belinde duran uzun kılıç beyaz renkte parlıyor sanki Mete'nin ruhunu içine çekiyordu.
Yamtar'ın hemen yanında duran kısa saçlı, uzun boylu zayıf kadın Mete'nin daha çok dikkatini çekmişti. Üstünde bez parçalarından yapılma bir giysi vardı belinde ise iki kısa kılıç... O kadarda güçlü birisi gibi görünmese de gözlerindeki sinsilik ve garip gülümsemesi Mete'nin kalbini daraltmıştı. Kendisinden açık açık çekiniyordu.
Mete kafasını ufak kıza çevirdi. Nedense yüzü kızarmıştı. Onu incelemekte biraz zorlanıyordu. Kırmızı saçları esen meltemde dalgalanırken ufak kız başı hafif eğik yere bakıyordu. O da biraz utanmış gibiydi. Gözleri yere baksa da lav gibi koyu kırmızı renkte olduğu belli oluyordu. Bedenindeki yoğun aurasını herkes hissediyordu. O gücü kazanmamıştı, güç ona verilmişti. Bazı insanlar gibi o da özel doğmuştu. Tek ihtiyacı içindeki gücü çıkarmaktı. O da bunu zaten başarmıştı.
Mete'nin gözleri Ulu Ata'ya kaydı. Son sözleri kalbine işlemiş, gözleri yaşarmıştı. Başını kaldırıp sulu gözleriyle Ulu Ata'ya baktı. Beyaz odada bile bu kadar üzülmemiş, korkmamıştı. Mete titreyen sesiyle konuştu.
"Usta... Gidiyorsun mu?"
İstemeden gözlerinden birkaç yaş süzülmüştü. İçindeki karanlığın boyutuna göre bu kadar masum görüneceği kimin aklına gelirdi. İlk ruhunu açmasına rağmen Karanlık Lord güçlü bir ruhtu. Çünkü auraları diğer auralardan daha tehlikeliydi. Çoğu zaman acımasız ve duygusuz insanlar karanlık ruha sahip olurdu.Ulu Ata hafif tebessümle bir dizinin üstüne çöktü. Mete'den oldukça uzundu, bu yüzden eğilmek bile yetmiyordu. Sağ eliyle Mete'nin başını okşadı. Mete hâlâ sulu gözlerle Ulu Ata'ya bakıyor, arada bir burnunu çekiyordu. Ulu Ata sessizliği bozup konuşmaya başladı.
"Merak etme, yakında burada olacağım. Halletmem gereken ufak bir işim var. Söz veriyorum, bitince hemen yanına geleceğim."
Mete burnunu çekip gülümseyerek Ulu Ata'ya baktı. Onu kalpten seviyordu. Ulu Ata yavaşça kalktı. Başını birkaç yöne çevirip süzdü. Ardından bir yere doğru yürümeye başladı. Yamtar anlamış gibi dev ayıyı alıp Ulu Atanın peşinden yürümeye başladı. Mete de arkalarından yavaş adımlarla ilerliyordu. Ulu Ata birkaç dakika yürüdükten sonra etrafı taşlarla çevrili uzun arazide durdu. Seslice "Burası uygun," dedi. Mete anlamamıştı. Ulu Ata sağ elini havaya kaldırdı. Elini kaldırmasıyla birlikte toprakta yerinden kalktı. Ardından içi boş arazinin içi betona benzer, fakat daha yumuşak bir yapı ile doldu. Kırk santim derinliğe sahip olmasına rağmen on metre enine uzanıyordu. Tamamen Mete için hazırlanmıştı. Yamtar, ayının başını havuza doğru uzatıp bıçağını ayının boynuna dayayıp hızlıca çekti. Ayının boynunda oluşan kesikten kan fışkırarak akmaya başladı. Koyu renkteki kan bir saat içinde havuzu doldurmuştu. Ulu Ata gözlerini Mete'ye çevirdi. Mete ne yapacağını anladığından giysilerini çıkarmaya başladı. Tabii ki İzabella ve Rasa orada değildi. Mete giysilerini çıkardıktan sonra havuza girdi. Sıcak kandan buharlar çıkıyordu. Ulu Ata Mete'ye lotus pozisyonunu almasını söyledi. Mete Ulu Ata'yı birkaç kez lotus pozisyonunda görmüştü, bu yüzden lotus pozisyonu almak hiç de zor olmadı.
Mete bağdaş kurarak oturdu. Koyu kan boynuna kadar geliyordu. Gözlerini kapatmadan önce Ulu Atanın sesini duydu.
"Ruhunla iletişim kur!"
Mete Ulu Ata'nın ne dediğini anlamıştı, ama nasıl yapılacağını bilmiyordu. Sadece içindeki sesi dinliyormuş gibi ruhunun sesini dinlemeye başladı. Henüz ses gelmemesine rağmen Mete kararlıydı. Çoktan dış dünyadan kopmuştu.
Ulu Ata gülümsedi. Mete'nin vücudu hafif girdap oluşturmuş, koyu kanı hızlıca içine çekiyordu. "İki üç güne bitmiş olur," dedi Ulu Ata sevinçle. Mete'ye bir kez daha baktı. Ardından Yamtar'a döndü, konuşmadan sadece baktı. Yamtar anlamış gibi kafasını sallayıp tek dizini üstüne çöküp selam verdi. Ardından Ulu Ata arkasına bile bakmadan ayrıldı.
...
Mete, içindeki karanlığın içinde yürümeye başladı. Etrafta sadece karanlık vardı ve hiç bitmeyen yol...
"Hey! Kimse yok mu?"
Mete derin bir nefes aldı. Bu düşündüğünden daha zor olacak gibi görünüyordu. Mete saatlerce karanlıkta yürüdü ve "Kimse yok mu?" diye bağırdı.
Mete birkaç gün daha yürüdü ve seslendi. Aklına bir soru takılmıştı. "Acaba yanlış mı yapıyorum?" Mete olduğu yerde durdu ve lotus pozisyonu aldı. Gözlerini kapattı ve tekrar seslendi.
"Kimse yok mu?"
Mete bir kez daha umutsuzca bu soruyu sordu çünkü bir türlü cevap gelmiyordu. Mete cevap gelmeyeceğini düşünürken beyninde bir ses dalgalandı.
"Evet, ne istiyorsun?"
Mete bir an afalladı. Bunu beklemiyordu. Bir anda eski neşesi geri geldi.
"Şey, sen benim ruhum musun?"
"Tam sayılmaz. Ben senin ruhunun bir parçasıyım. Diğer ruhlar hâlâ uykuda..."
"Sen Karanlık Lord musun?"
"Bir bakıma öyleyim. Aslında ben Ejderha ruhuyum. Senin bedeninden yayılan öldürme isteği beni uyandırdı. Ejderha ruhu olsam da Karanlık Lord kötü duygulardan beslenir ve senin öldürme isteğin onu uyandırdı."
"Sen benim bir parçam olduğuna göre istediğim zaman seni çağırabilir miyim?"
"Bunu tavsiye etmem. Karanlık Lordu çağırmak, ruh enerjinin büyük bir bölümünü harcar. Bunun yerine yan ruhları kullanmanı tavsiye ederim."
Mete bir an duraksadı ve şaşkınlıkla, "YAN RUH MU?" dedi.
"Evet, yan ruh... Karanlık Lord çok fazla ruh enerjisini tükettiği için onun yerine, Karanlık lordun yan ruhu olan Yeşil Gözlü Kurt ruhu ve Buz kılıcını kullanmanı tavsiye ederim."
"Yeşil Gözlü Kurt ruhu mu? Peki onu nasıl uyandıracağım?"
"Sadece istemen yeterli. Burada iken normal hayattaki gücünden daha da güçlü olursun ama bilmen gerek, bazen yan ruhlar sahibini kabullenmeyebilir."
"O zaman deneyeceğim," dedi Mete. İçindeki merak bedenini kaplıyordu. Gözlerini tekrar kapatıp ejderha ruhunu uyandırmaya çalıştı. Bedeninin değiştiğini hissedebiliyordu. Bedeni irileşiyor, uzuyor ve zarif bir zırh ile kaplanıyordu.
Mete gözlerini açtığında kendini beyaz odada giydiği zırh ile buldu. Yine yüzü karanlığa gömülüydü. Birkaç kez etrafına baktı. Gece ve gökyüzünde beyaz ışıklar saçan dolunay vardı; etrafı geniş taşlarla dolu bir bozkırdı. Mete sakince etrafına bakarken güçlü bir uluma sesi duydu.
İki metre boyunda bir kurt, kayanın üstünden zıplayıp Mete'nin önünde belirdi. Mete hareketsiz kalıp sakince önündeki kurda baktı. Gözleri yemyeşildi ve tehlikeli görünüyordu. Birkaç adım atıp Mete'ye yaklaştı. Sanki Mete'yi deniyordu. Mete sakinliğini korudu ve yeşil gözlü kurdun ona yaklaşmasını izledi. Kurt birkaç kez beyaz iri dişlerini gösterse de herhangi bir saldırı yapmamıştı.
Artık Mete'nin ayaklarının dibindeydi. Mete kurda baktı. Kurt herhangi bir tepki göstermedi. Mete elini sakince kurdun başına koydu. Kurt başını eğdi ve Mete'nin başını okşamasına izin verdi. Mete bir dizinin üstüne çöktü ve kurdun gözlerinin içine baktı. Kurt anlamış olacak ki o da başını indirip Mete'ye baktı. Mete iki eliyle kurdun kafasını tuttu ve kafasını kurda dayadı. Kurt sadakatle başını Mete'ye dayadı. İçlerinden yükselen sevgi zamanla sadakate dönüştü...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ragnarok (Boyut Kırılması)
FantasíaOn yaşında, Ulu Ata tarafından farklı bir boyuta ışınlanan Mete, kendi isteğiyle Ulu Ata'nın eğitimini kabul eder. Bu dünyada, en büyük eğiticilerden biri olan ve aynı zamanda Ulu Ata'nın öğrencisi olan Yamtar ve İzabella, Mete'nin eğitimini üstlen...