Kış, kurumuş yaprakların toprağa düşmesini bekleyemeyecek kadar erken geldi. Bir gün hafiften bembeyaz kar taneleri toz gibi kuru toprağın üzerine serpiştirirken ikinci gün örtü gibi uçsuz bucaksız bozkırın üzerine serdi. Hayvanlar mağaralara sığınmaya, kuşlar daha sıcak bölgelere göç etmeye başladı. Önceden lanetli gibi görülen orman sanki bembeyaz bir kefene sarılmış gibiydi. Ölü gibi sessizliğe boğuldu. Geceleri, açlıktan uluyan kurt sesleri hariç, kocaman bir sessizlik, yalnızlık tüm bozkırı kapladı.
Mete, kendilerinin de başka bir yere göç etmesini dile getirdiğinde, Yamtar'dan kocaman bir "HAYIR!" almıştı. Ne derse desin Yamtar, açıklama yapmadan sadece aynı kelimeyi tekrarlıyordu. Papağan gibi aynı kelimeyi tekrarlaması, Mete'nin canını sıksa da söyleyecek veya yapacak pek bir şeyi yoktu. Sadece Yamtar'a inanıp sessizliğini koruyordu.
Yağan kar hayat şartlarını zorlaştırdığı gibi Mete'nin eğitimini de zorlaştırmıştı. Her gün koştuğu yolda sadece dağlar ve ağaçlar zorluk çıkarmıyordu. Üstüne üstlük, yağan karda yürümek oldukça zorlaştırıyordu. Yamtar'ın emri üzerine üstüne herhangi bir giysi giyinemiyordu. Bedeninin üst tarafı tamamen çıplaktı. Ne kadar soğuğa dayanıklı olsa da bu dünyadaki soğuk oldukça kesici ve yorucuydu. Bedenini oldukça uyuşturuyor, hareket etmeni engelliyordu. Duygu karmaşası ile içindeki güçlenme isteği kayboluyordu. Mete sadece sıcak mağarasına dönüp uyumak istiyordu.
Mete isteksizce koşarken, dağların üzerine örttüğü beyaz kar tabakası bulutların arkasına saklanan güneş ile göz göze geldiği anda müthiş bir parlama ortaya çıkıyordu. Bu sebepten Mete'nin gözleri kamaşıyordu. Kaç dağ aşarsa aşsın, sanki bir dağ aşmış gibi hissediyordu. Çünkü bütün dağlar neredeyse birbirine benziyordu. Tek görebildiği şey "beyazdı". Sanki Tanrı, kocaman bir dünyayı yeniden yazmak için temiz bir sayfa açmıştı. Yalnızca engebeli beyaz dağlar görünüyordu.
Mete günlük sporunu tamamladı. Artık vücudu öncekine göre yüzlerce kez daha sağlamdı. Bütün kasları belirginleşmişti. Vücudu yavaş yavaş Yamtar'ın vücudu gibi etten zırha dönüşüyordu. Vücuduna değen kılıç veya bıçak darbelerinin derinliği gün geçtikçe azalıyordu. Bazen kızarıklıktan başka bir şey bırakmıyordu.
............
Mete, Yamtar'ın hazırladığı ringe bir kez daha girdi. Kocaman arazi büyük kayalar ile çevrelenmişti. Her kayanın yanında, kayanın boyuna ulaşan uzun meşaleler bulunuyordu. Bütün arazinin aksine ringin içinde en ufak kar tanesi bile yoktu. Gökyüzünden yağan iri kar taneleri ringin içine ulaşmadan buharlaşıp yok oluyordu. Mete, kısık gözlerle işleyişi gözlemlemeye başladı. Kar tanesi ringe yaklaşırken, sönmüş kibrit dumanı gibi buharlaşıyordu. Mete, bu sefer çevreyi incelemeye başladı. İlk aklına gelen, ringin etrafına bariyer kurulmuş olacağıydı fakat bariyer olsaydı, kar taneleri bariyere değdiği anda ufak da olsa ışık çıkacaktı. Buharlaşan kar tanelerinden herhangi bir ışık belirtisi görülmüyordu.Mete, dikkatini meşalelere verdi. Görünürde herhangi bir şey yoktu. Lakin biraz daha dikkatli bakınca, meşale alevinden çıkan kıvılcımların yavaşça göğe doğru yükseldiğini gördü. Görülmeyecek kadar az ışık saçan ateş kıvılcımları, direkt kar tanelerini hedef alıyordu. Çok ince bir ayrıntı olmasına rağmen, gelişmiş bir ateş büyüsüydü. Ateşin gücünden çok, bükülmesi önemliydi. Eğer ateşe sözünü geçiremezsen, ne kadar güçlü olduğunun önemi yoktu. Sadece tek yönlü, sabit hareket yapardı.
Mete, ringe giren Rasa'ya baktı. Her zamanki gibi yüzünde tatlı bir gülümseme vardı.
"Beni özledin mi, Mete?"
Mete, başını eğerek sessizce gülümsedi. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.
"Oh, ne demezsin, dünkü dövüşümüzü unutamıyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ragnarok (Boyut Kırılması)
FantasiOn yaşında, Ulu Ata tarafından farklı bir boyuta ışınlanan Mete, kendi isteğiyle Ulu Ata'nın eğitimini kabul eder. Bu dünyada, en büyük eğiticilerden biri olan ve aynı zamanda Ulu Ata'nın öğrencisi olan Yamtar ve İzabella, Mete'nin eğitimini üstlen...