Sıcaklık yüzünden sararmış büyük mağaranın duvarında toplanan su buharı yavaşça su damlasına dönüşmeye başladı. Asırlardır su buharının oyduğu bu mağara artık kocaman bir yere dönüşmüştü. Artık yaşlanmış gibi iyice çökmüş, duvarları nemden sararmıştı, fakat çocuğunu korur gibi içindeki kıymetli derin su pınarını koruyordu. Bu yüzden her gün daha da yıpranıyor, her gün biraz daha sararıyordu. Belki de hayatın en acımasız yönü buydu. En çok sevdiğin şeyler, en çok koruduğun şeyler her gün sana daha fazla zarar veriyordu; bu hayatın en çok zevk aldığı aşağılık bir dram değil miydi? Yine de hayatın en değişmez kuralıydı. Sevgi tohumları bir kez kanına ekildi mi hayat en büyük kumarını oynardı; YA ÖL YA DA ÖLMESİNE İZİN VER. Bu karar güçlü insanların bile korkarak kafalarını eğdiği tek kanundu. Peki böyle güçlü bir kanunu çürütecek bir hipotez kurulabilir mi? Belki de hayır...
"Şıp!"
Sararmış duvarda oluşan çaresiz su damlası yavaşça kaderine teslim olarak kendini sonsuz bir boşluğa bıraktı. Tek yapabileceği buydu. Sonsuz bir döngünün içinde defalarca buharlaşıp tekrar su olarak aynı yere inmek... özgürlük bir hayalden başka bir şey değildi.
Mete, bir çuval gibi duvara yaslanmış şekilde kaynar suyun içinde duruyordu. Yaraları çoktan kapanmış gibiydi, sadece küçük sıyrıklar belirgin bir şekilde görünüyordu, fakat küçük bedeninin iyileşmesi çok sürmeyecekti. Onun doğası böyleydi. Yara almadan öğrenemezdi, ölümle burun buruna gelmeden öğrenemezdi, kalbinin çarpıntısını duymadan öğrenemezdi; böylelikle gerçek bir canavar yetişiyordu. Gözlerindeki canavarın bakışlarından geleceğini okumak hiç de zor değildi. Oldukça büyük bir potansiyeli vardı ve her gün yetişkin insanların bile yapamayacağı eğitimlerden geçiyordu. Ulu Ata çırağı olarak bir canavar yetiştiriyordu. Aynen kendisi gibi...
...
"Burası gerçekten karanlık, fakat her geldiğimde kendimi çok huzurlu hissediyorum."
Mete, gözlerini kaldırıp gökyüzündeki sayısız yıldızlara baktı. O kadar fazla yıldız vardı ki gökyüzünde Samanyolu oluşmuştu. Böyle bir manzara dünyadan görünmeyecek kadar özeldi. Gökyüzünde neredeyse her renk yıldız vardı. Sanki gökyüzünde gökkuşağı tufanı oluşmuştu. Mete'nin parıldayan gözleri şimdi tek bir yere odaklanmıştı;
"BU HARİKA!"
Mete'nin gözleri yavaşça başka yöne kaydı. Üç büyük kişi cellat gibi Mete'nin karşısına dikilmişti. En önde duran uzun kabanı ayağına değen kişi bir adım ileri atıldı. Yüzü tamamen karanlığa gömülmüştü. Arkasındaki iki kişinin de adamdan pek farkı yoktu. Bu kocaman sonsuzluğun içinde bile muazzam güçleri korkunç derecede baskı yapıyordu. Üçü birlikte güç dengesini alt üst edecek seviyedeydi.
Bir adım daha yaklaşan kişinin sesi kocaman sonsuzluğun içinde sessizliği büyük ölçüde bozarak yankılandı.
"HOŞ GELDİNİZ EFENDİM!!"
Mete, iki eliyle kulağını kapatıp tekrar açtıktan sonra cevap verdi. Adamın sesi kulak zarlarını patlatacak düzeydeydi.
"Hoş bulduk Hiçlik."
Mete'nin alnı bir anda terlemişti. Hiçlik'i hiç bu kadar heyecanlı görmemişti. Adeta heyecandan bağırıyordu. Normalde hep sakin konuşup, yararlı şeyler söylerdi fakat şimdi bambaşka biri gibi görünüyordu.
"SİZİ RAHATSIZ ETTİĞİMİZ İÇİN ÖZÜR DİLERİZ EFENDİM. ÇOĞUNLUKLA ÇOK SIKI ÇALIŞTIĞINIZ İÇİN SİZİ RAHATSIZ ETMEK İSTEMEDİK FAKAT ŞU ANIN EN DOĞRU ZAMAN OLABİLECEĞİNİ DÜŞÜNDÜM! EFENDİM CİDDEN BÜYÜK BİR SORUN İLE KARŞI KARŞIYAYIZ!!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ragnarok (Boyut Kırılması)
FantasyOn yaşında, Ulu Ata tarafından farklı bir boyuta ışınlanan Mete, kendi isteğiyle Ulu Ata'nın eğitimini kabul eder. Bu dünyada, en büyük eğiticilerden biri olan ve aynı zamanda Ulu Ata'nın öğrencisi olan Yamtar ve İzabella, Mete'nin eğitimini üstlen...