52.Bölüm

305 30 2
                                    

Ghost, Mete'nin yanında belirdi. Mete şaşkınlık ve korkuyla bir anda yerinde zıpladı. Yamtar, kararmış gözlerini yavaşça Ghost'un yüzüne dikti. Ghost, yeşil gözlerini kısarak Yamtar'ı süzdükten sonra kafasını tekrar Mete'ye çevirdi.

"İzabella ve Rasa sizi bekliyor, efendim. Sizi Rasa ve İzabella'nın yanına götüreceğim."

Mete, yüzünü Yamtar'a çevirdi. Yamtar, Mete'ye bakmadan kafasını gökyüzüne çevirmişti. Şimdiden gökyüzünde ufak hareketlenmeler başlamıştı. Mete, büyükçe yutkunduktan sonra kısık ses tonuyla konuşmaya çalıştı.

"Yamtar amca, sende geliyor musun?"

Yamtar, kararmış gözlerini Mete'nin üzerine devirdi. Bakışları bir an olsun değişmiyordu. Sanki hafif bir kasvet kaplamıştı.

"Siz gidin! Ben burada olacağım."

Mete, Yamtar'ın parçalanan giysisine baktı. Vücudunun her yanı morluklar içindeydi. Böyle bir gücün kendisine zarar vermemesi imkansızdı. Çünkü güç iki taraflıydı. Yeri geldiğinde sahibine bile zarar verebiliyordu. Yamtar, bunu bildiği halde bu gücü kullanmaktan çekinmemişti.

"Yamtar amca... Kendini fazla zorluyorsun."

Yamtar, dişlerini sıkarak gözlerini kıstı. Mete korkarak geri çekilmişti.

"SADECE GİDİN! SÖZÜNÜ UNUTMA!"

Mete, yutkunarak kafasını salladı. Ghost'un çoktan kırmızı giysisi yok olup yerini uzun tüyler kaplamıştı. Mete, tek hamlede Ghost'un sırtına zıplayıp uzun kahverengi tüylerden tutundu. Ghost, tek adımda yok olmuştu. Yamtar, ikisinin gittiğini görünce tekrar yüzünü buruşturup gökyüzüne çevirdi. Neredeyse gök sarsılıyordu. Yamtar, ağır bir nefes alıp istemsizce dudaklarını oynattı.

"Kokusunu buradan alabiliyorum. Bu bir şeytan!"

Yamtar, sakince yere bağdaş kurarak oturdu. Artık gökyüzünden kar yağmıyordu. Toprak olabildiğince kuruydu. Hava birkaç saat öncesine göre oldukça ısınmıştı. Sanki iklim değişmişti.

Yamtar, gözlerini kapatıp dinlenmeye başladı. Gökyüzünde sanki deprem oluyordu, fakat bu o kadar da büyük bir deprem değildi. Demek ki gelmelerine daha bir süre vardı. Yamtar, sakince yaralarının iyileşmesini beklemeye başladı.

"Rasa, dokuz alev çemberini oluştur!"

Rasa, tek bir kelime bile etmeden bağdaş kurduğu nemli ve soğuk taşın üzerinde etrafında dönen dokuz tane alev çemberini oluşturdu. Bir anda karanlık mağara aydınlanıp ıslak ve nemli zemin ısınmaya başladı. İzabella, küçük bir taşın üzerine koyduğu zarfı alıp içindeki eski kâğıdı çıkardı. Zarfı yere koyup kâğıdı tekrar taşın üzerine koydu. Dokuz ayrı ateşten oluşan alev çemberini Rasa'nın etrafından çıkıp parşömenleri etrafına dizildi. Rasa, sırtına tonlarca yük kaldırıyormuş gibi bir dizinin üstüne çöktü. Alnından inen terler gözlerine döküldükçe soğuk taş zemine düştü. Alnından inen terler gözlerine doldukça gözleri kızarıyordu. Lakin Rasa, sıkmış olduğu dişleriyle sadece alev çemberine odaklanan gözlerini bir an bile çevirmiyordu. Sanki bir an bile gözlerini kapatsa bütün büyü kuş gibi kafesinden uçup kaybolacaktı.

İzabella, kırmızı bıçağı sıkıca elinde tuttu. Kabzasına işlenen iri ejderha deseni neredeyse avucuna tam oturmuştu. İzabella, derin bir nefesten sonra dişlerini iyice sıkıp bıçağın keskin tarafını sertçe avucunun içine sürdü. O kadar hızlı sürmüştü ki avucundan fışkıran kan mağaranın duvarına kadar sıçramıştı. Karanlık mağaranın üzerinde küçük damlalardan oluşan binlerce kan damlası kaplamıştı. İzabella bir an acıyla uzun bir çığlık attı. Bıçak elinden düşmüştü. Bıçağın üzerinden akan bir damla kan yavaşça bıçağın kabzasına doğru indi. İzabella, aklını kaybetmiş gibi bağırıyordu. Bıçağın kabzasına doğru süzülen kan pıhtısı, bıçağın kabzasının hemen ucundaki ejderhanın ağzına değdiği anda bıçak titremeye başladı. Kabza üzerindeki ejder deseni bir an yerinden oynayarak bir yılan gibi bıçağın çeliğine sarıldı. İzabella, zor bela kafasını kaldırıp kanlanmış gözlerini bıçağa dikti. Sol elini bir anda bıçağın üzerine uzattı. Zor bela bıçağın kabzasını tutmuştu. Sağ elini yere dayayarak zorla da olsa kalkmaya çalıştı. Fakat bütün bedeni deli gibi titriyordu. Kolunun titremesi nedeniyle bütün gücünü kaybedip bir daha yüz üstü yere düştü. İzabella, sağ elinin desteğiyle yerde sürünerek kapıya yöneldi. Kâğıdın neredeyse yanında olmasına rağmen bir metrelik mesafeyi bir dakikadan uzun bir sürede gidebilmişti. Bir bebek kadar bile halsizdi. Rasa'nın da kendisinden bir farkı yoktu. Artık vücudu titriyordu. İkisi de mana enerjisini neredeyse sonuna kadar kullanmıştı. Şu anda bayılmamalarının tek nedeni içtikleri tetikleyici haplardı. Sinir sistemini tamamen değiştiren bir haptı. Omuriliğe ulaşan nöron omurilikten sonra beyne geçerdi. Beyin, hissedilen duyguya göre bir tepki oluştururdu. Ardından verdiği tepkiyi tekrar omuriliğe gönderip oradan kaslara yönlendirirdi. Bu, elini yanan bir oduna değdirdiğinde aniden elini çekme hissine benziyordu. Ya da gözüne gelen bir tozu göremeden gözünü kapatma hissi gibiydi. Fakat omurilik geri tepkiyi iletmezse, yanan bir ateşe elimizi soktuğumuzda canımız ne kadar acırsa acısın elimizi geri çekme hissine kapılmayız. Çünkü kaslarımıza böyle bir emir vermediğimiz için sadece elimizin yanışını izleriz. İzabella ve Rasa da içtikleri hap tam olarak bunu sağlıyordu. Her ne kadar kötü görünse de şu anda onlar için hayat kurtarıcıydı. Çünkü bu kadar mana enerjisi azalması her insanda bayılmaya neden olurdu. Bu, beynimizin üstlendiği en önemli görevdi. Eğer bütün mana enerjisi biterse, öleceğini bilirdi. Bu da insan vücudunun aldığı en önemli faktördü. Şu anda Rasa ve İzabella bayılmayı önlemek için bu hapı kullanmışlardı. Vücutlarında kalan son enerjiyi kullanıyorlardı. İzabella'nın ayağa bile kalkamamasının nedeni tam olarak buydu. Eğer daha fazla zorlarlarsa, elini bile kaldıramayacak duruma geleceklerdi ve devam ederlerse öleceklerdi. Aynı şey Rasa için de geçerliydi.

İzabella, yüzünden inen terler eşliğinde dişlerini çatlatırcasına sıkarak küçük parşömene doğru sürükleniyordu. Ağzından ve burnundan ince bir kan süzülmeye başladı. Alnındaki damarlar iyice genişlemişti. Neredeyse patlayacak gibiydi. İzabella, tırnaklarıyla yeri parçalarcasına son bir kez daha kendini çekti ve dokuz ateş ve parşömen bir kol uzağındaydı. Parşömenin etrafında sürekli dönen dokuz alev bıçağa tepki gösterir gibi daha da hızlandı. İzabella, kolunu uzattığı anda dokuz farklı renkteki ateş, tek tek ejder bıçağının çelik ucuna değmeye başladı. Her dokunuşta, bıçağın etrafında açık sarıdan başlayarak koyulaşan ateş şeklinde mana enerjisi yayıldı. İzabella, bir anda var gücüyle bağırmaya başladı. Bütün dokuz ateş bıçakla birlikte tek tek eline de temas etti.

Sonunda dokuz alevin hepsi bıçakla temas edip kayboldu. Bıçak koyu mor renkli bir ruh enerjisi ile parlıyordu. İzabella, acı bir gülümseme ile bıçağı elinden bırakıp yüz üstü kafasını yere koydu. Bulanık gözlerle etrafa bir bakış attığında, Rasa da kendisiyle aynı durumda olduğunu gördü. Fakat Rasa çoktan bayılmış gibi gözlerini kapatıp hareketsiz bir şekilde uyumuştu. İzabella tekrar zar zor açılmaya çalışan gözlerini ejder bıçağına dikti. Titreyen ağzı bir anlığına açıldı ve birkaç kelime çıktı.

"Gerisi sende..."

Rasa'nın gözleri tamamen kapanıp hareketsiz bir şekilde olduğu yerde kaldı. Bıçak hala mor ruh enerjisi ile parlarken, bıçağın üzerindeki ejderin ağzı açıldı ve bir anda bütün enerjiyi içine çekti. Ejder tekrar yılan gibi bıçağın etrafında dönerek bıçağın üzerinden çıkıp yere düştü. Yerde biraz kaldıktan sonra kanatları biraz açılmaya başlamıştı. Kanatları tamamen açılınca yalpalayarak havada uçmaya çalıştı, fakat dengesini kaybedip durmadan düşecek gibi oldu. En sonunda parşömenin üzerine düştü. Parşömenin üzerine düştüğü anda parşömenin üzerindeki silik yazılar koyu kırmızı bir renkte parlamaya başladı. Bütün mağara kan kırmızılığına boyanmış gibi aydınlanmaya başladı. Ejderha bir anda toz olup parşömenin üzerine düştü. Parşömenin üzerindeki yazılar koyu kırmızıdan mora döndü ve mağaranın rengi tekrar değişti. Parşömen çok güçlü ışıklar yayıyordu.

Ragnarok (Boyut Kırılması)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin