58. BÖLÜM

256 30 6
                                    

Mete zorla da olsa ayağa kalktı. Yüzü bir ölü kadar beyaz ve vücudu ölüme yaklaşmış yaşlı bir adam kadar titriyordu. Nefes alışları sert ve hızlıydı. Gözleri kapanmamak için zar zor açılıyordu. Buna rağmen ayaktaydı. Yavaşça arkasını dönüp yürümeye başladı. Bu dipsiz karanlıktan çıkıp aydınlığa el sallamak şu an için isteyeceği ilk şey olabilirdi. Bu dikenli yolda acıyan ayakları yürümesine mâni olsa da yürüyebileceği tek yol buydu. Yoksa yürüyeceği yolun asfalt olması, hasretle özlediği bir gülü koklamaktan daha imkansızdı. Bu yolu kendisi seçmemişti. Bu yolun sonu karanlıktı. Fakat hâlâ bir umut arıyordu. Duygusuz bir hayvandan farkı olmayan bir kişiliğe bürüneceğine ölmek daha mantıklı bir karardı. Yaşayamayacağı bir hayata başlamaktansa hiç başlamamak daha mantıklıydı. Çünkü acı çekmek her insana göre değildi. Acı çekmeyi hiçbir insan sevmezdi. Ölmek acı çekmekten daha kolay ve daha kısa yoldu. Günü geldiğinde seçilen yolun acısız olması belki doğru değildi ama daha güzeldi.

Mete gülümseyerek karanlığın içine karışmaya başladı. Uzamış siyah saçları yürüdükçe sallanırken bir yandan da karanlığa karışıp yok oluyordu.

"O gün geldiğinde... Hatalarımdan pişman olmayacağım, memnun olacağım... Ve sen bunu asla anlayamayacaksın!"

Mete'nin yeşil gözleri yavaş yavaş açılmaya başladı. Bedeninde hissettiği yorgunluğun acısı bütün kemiklerine yansıyordu. İlk kez ayağa kalkmak düşündüğünden daha zor geliyordu. Gözlerini bile zor açarken nasıl ayağa kalkacağını düşünmek başının ağrımasına sebep oluyordu.

Ghost, Mete'nin elinden tuttuğu gibi Mete'yi ayağa kaldırdı. Mete bir an sırtının acısıyla inlese de hiçbir şey söyleyememişti.

"METE KENDİNE GEL! SEN NE YAPIYORSUN! ÇABUK KENDİNE GEL!!"

Mete bulanan gözlerini kaldırarak Ghost'un yüzüne baktı. Ghost'un Mete'nin gözlerine baktığı anda Mete'nin gözlerinden fışkıran öfkeyi görmüştü. Bu bakış aç bir kurdun avına attığı bakıştan farklı değildi. Sadece kendisine bakmıyordu. Boşluğa bakıyordu. Kime baktığı bile belli değildi. Ghost, Mete'nin uzun saçını geriye doğru yatırdıktan sonra Mete'yi yavaşça yere yatırdı. Mete ağzına gelen pisliği büyükçe ağzında toparlayıp kafasının yanına, toprağa tükürdü.

"Onlar nerede?"

Ghost, kafasını mağara çevirdikten sonra tekrardan Mete'ye döndü.

"Bilmiyorum efendim. Ben sizin çığlığınızın ardından içeri girmek zorunda kaldım lakin içeride sadece siz vardınız. İzabella ve Rasa çoktan çıkmış olmalılar. Bu parşömen hiç de iyi görünmüyor. Zihninizi karıştırmış olabilir."

Mete, gözlerini kapatıp burnundan sesli ve derin bir nefes alıp gözlerini açtı. Kan kırmızısına dönmüş gökyüzü şimdi gözüne çarpmıştı. Güneşin bile görünmediği bu gökyüzü, şafak aydınlanırken oluşan kırmızılıktan daha koyu ve daha acımasız görünüyordu. Mete, yüzünde oluşan küçük bir tebessüm ile kolu ile gözlerini kapatıp bir anlığına da olsa beynini kararttı. Büyük bir boşluk dinlenmenin en güzel yolu idi.

"O aptal da akşamları karnını tutarak eve gelirdi. Uzun süre banyoda kusardı. Acaba ben de mi sarhoş oldum?"

Mete'nin yüzündeki küçük tebessüm yok oldu. Yavaşça kolunu gözlerinden çekti. Derin bir nefes aldı. Havada yoğun bir kan kokusu vardı. Mete'nin gözleri giderek büyüdü. Yüzündeki gülümseme giderek kulaklarına kadar ulaştı. Bütün dişleri, dudaklarının arasından çıkmış bir aslanın dişleri gibi görünüyordu. Bunlar keskin ve vahşiydi. Ghost sessizce gözlerini Mete'nin üzerine dikti. Anlam veremeyerek kaşlarını çatıp boş gözlerini iyice Mete'nin yüzüne odakladı. Mete yavaşça uzandığı yerden doğrularak ayağa kalktı. Cehennem sıcağının arasından yüzüne ince bir serin hava vurmuştu. Bu rüzgâr, kesintisiz bir şekilde ölüm kokuyordu.


Ghost, elindeki çarşafa benzeyen kahverengi yeleği Mete'nin üzerine attı. Mete, tek eliyle tutup bedenine geçirdi. Neredeyse bütün bedenini kaplayan siyah çarşaf öncelikle Mete'nin yüzünü saklıyordu. Mete yavaşça yürüyerek arkasından yürüyen Ghost'a seslendi.

"Önce Yamtar'ı bulmalıyız. Ama yalnız değiliz! Fazla uzakta olmayan birkaç bin varlık hissediyorum. Saf kötülük ve ölüm kokuyorlar. Aç bir hayvandan farkları yok! Hızlı olalım Ghost!"

Ghost, kafasını salladı ve ikisi birlikte toz gibi yok oldular.

.........

Siyah kuru toprak üzerinde küçük bir çatlak oluştu. Küçük çatlağın dallanarak büyümeye başladı. Giderek büyüyerek toprak bir anda kırılarak parçalandı. On metre çapında bir krater oluştu ve kuru siyah toprağın altından lavlar fışkırarak siyah toprağı koyu kırmızıya boyadı. Toprağın üzerinde balçık gibi yayılan lavlar, bir anda taşlaşarak soğuk gri bir şekil aldı. Gri renkteki taşa dönüşen lavın üzerinde, alev alev yanan uzun saçları ve aynı şekilde koyu siyah öfke dolu ölüm saçan gözleriyle iri eliyle küçük bir böceği tutar gibi boğazından tuttuğu iki kişi belirdi. Böcek gibi iri pençenin üzerinde sallanan kişi, sivri dişlerini göstererek kaçmaya çalışsa da iri adam öyle bir tutmuştu ki adamın o ellerden kurtulması için kafasını koparması gerekliydi.

İri adamın kulak parçalayan sesi duyulduğu anda adamın bütün çırpınışı bir anda yok oldu. Yerini derin bir titreme ve korku dolu bakışlar aldı. Adamın kan kırmızısı gözleri büyüyüp deli gibi göz bebekleri dönüyordu.

"SÖYLE BANA, KÂVİR! NEREDELER?" diye bağırdı iri adam.

Kâvir'in sürekli dönen göz bebekleri bir anda durdu ve yerini ince bir kahkaha kapladı. Gittikçe büyüyen kahkaha, iri adamın burnundan aldığı nefesi güçlendirip gözlerini keskinleştirmesine neden oldu. Tek yaptığı iri adamı öfkelendirmekti.

"Hahahaha! Onlar! Hahahaha! ZATEN BURADALAR!!" diye gülerek yanıtladı Kâvir.

Kesik cümlelerin ardından sesi tamamen kesilen adamın yüzündeki büyük gülümsemeyle iri adamı süzmeye başladı. Fakat iri adamın gözlerindeki bakış bir an bile değişmemişti. Ağzını bile açmıyordu.

"SENİ OYALADIM! ŞİMDİ DAĞILDINIZ! HEPİNİZ APTALSINIZ! CEHENNEMDE HEPİNİZİ BEKLİYOR OLACAĞIM!!" diye bağırdı Kâvir.

Yamtar, karıncalanmış beynini derin nefesler alarak sakinleştirmeye çalıştı. Fakat önündeki yüzü her baktığında dişlerini sıkmasına neden oluyordu. Kâvir uzun uzun sırıtarak tekrar konuşmak için ağzını açtı.

"BENİ TAKAS İÇİN KULL-"

Yamtar'ın iri ağzı açılmasıyla koca dişleri arasında Kâvir'in kafası ezilip kemikleri çatırdayarak kırıldı. Çığlık atmaya çalıştığı anda kırmızı gözleri yerlerinden fırlayıp Yamtar'ın dişleri arasında ezilip yok oldu. Kafasından çıkan siyah kan durmadan artıyordu. Yamtar ağzını kapatmasıyla Kâvir'in kafası çenesinden itibaren ikiye bölündü. Çenesinden boğazına doğru inen dili ve alt çenesi kafasından geriye kalan tek şeydi. Yamtar, iki çiğneyişte iri kafayı mideye indirdi. Ardından iri elini Kâvir'in göğsüne soktuğu gibi göğüs kafesini parçalayarak elini hâlâ atmakta olan siyah yüreğe ulaştırdı. Tek çekişte uzun ve kalın damarlarla birlikte çıkan kalp, Yamtar'ın iri ellerinde parçalanmaya başlamıştı. Yamtar, tek çekişte ince bir ip gibi olan kalın damarları parçalayarak siyah kalbi Kâvir'in bedeninden tamamen ayırdı. Kalpten akan siyah kanlar, şimdi Yamtar'ın iri ağzına akıyordu. Siyah kanlar eşliğinde iri kalp, Yamtar'ın ağzına girdi. Yamtar, siyah iri kalbe dişlerini bastırdığı anda dudaklarının arasından ince bir siyah kan sızdı. Birkaç çiğneyişte sünger gibi olan çiğ siyah kalp, parçalara ayrılıp Yamtar'ın midesine indi. Yamtar, alev alev yanan uzun saçları sönerek sırtına düştü. Gözlerindeki hayvani bakış tekrar eski haline dönmüştü. Yamtar, kafasını kaldırarak kan kırmızı gökyüzüne baktı. Yavaşça gri taştan zıplayarak siyah toprağa ayak bastı. Kurak topraklar üzerinde bir tane bile ağaç kalmamıştı. Bu bir sorundu. Doğa tamamen dengesizleşmişti.

Yamtar, uzun saçlarına elini atarak gözünün önüne çekti.

"Ah! Şeytan yemeyeli uzun zaman olmuştu. Tadını unutmuşum. Biraz daha yesem güzel olur."

Yamtar, tekrar kafasını kaldırarak kan kırmızı gökyüzüne baktı. Fazla endişeli görünmüyordu. Hatta bu durum biraz da olsa hoşuna gitmiş gibiydi.

"Acaba diğerleri ne yaptı?" dedi kendi kendine... Fakat fazla üstüne düşmemişti. Çünkü hepsi de kendini koruyacak kadar güçlüydü.

Ragnarok (Boyut Kırılması)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin