Mete uyandığında bembeyaz olmuş bedenine baktı. Saçları bile beyazlamaya başlamıştı. Bedeninin hiçbir yerini hissetmiyordu. Buna rağmen vücudu taştan daha sertti. Etine vurunca sanki bir kayaya vurmuş gibi hissediyordu.
Mete sudan çıkarak giysilerini giyindi. Yavaş adımlarla karanlık mağaradan çıkmaya başladı. Her adımda uzağındaki beyaz ışığa biraz daha yaklaşıyordu.
Bir anda rüyası aklına geldi. Kendisini görmüştü ama gördüğü kişi o değildi. Ya da Mete öyle hissediyordu. Sadece kendini izlemişti. Ne yaptığının ya da olgun meyvenin ne anlama geldiğini bilmiyordu. Sarı saçlı kız gözünün önüne gelmeye başladı. Bir anda gözleri kısıldı ve olduğu yerde durdu. Bu kişiyi hiç görmemesine rağmen yüzü tanıdık geliyordu. Sanki ebediyetten beri birbirlerini tanıyormuş gibi hissediyordu.
Mete birkaç kez gözlerini kapattı ve açtı. Hâlâ kendini uykusuz hissediyordu. Birkaç kez dipsiz mağaranın ağır kokusunu burnuna çekti. Yürürken ayağında herhangi bir ayakkabı yoktu. Yalın ayak yürüyordu. Bazı sert kaya parçaları ayağına zarar verse de pek umurunda değil gibi görünüyordu.
Umursamazca taş zeminde yürürken gözü yara izi olan eline kaydı;
"BECERİ AKTI NE DEMEK?" dedi. İlk kez böyle bir şey duyuyordu. İçindeki ruhun anlattıklarına göre öğrenmesi yetmiş daha da kolaylaşacaktı. Ancak sadece sağ elinde sanki bıçakla çizgi çizgi yazılmış bir şekilde "BECERİ AKTI" yazıyordu.
Mete gözlerini kısarak dışarı çıktı. Ömrümde ilk kez böyle rahat uyuduğunu hissediyordu. Gözlerini kaldırıp gökyüzünde asaletle parlayan güneşe baktı. Bulunduğu dünyayı deli gibi ısıtıyordu.
Uzaktan Mete'yi izleyen iri ve kaslı adam bütün gücüyle kükredi.
"DAHA NE KADAR OYALANACAKSIN APTAL! ÇABUK GEL BURAYA!"
Mete yeni uyanmanın verdiği miskinlik yüzünden daha kendini yeni toparlıyordu. Yamtar'ın sağır edici sesi kulağında patlayınca düşünmeden Yamtar'a doğru var gücüyle koşmaya başladı. Bir anda bütün yorgunluğunu unutmuştu.
Mete, Yamtar'ı saygıyla selamladıktan sonra Yamtar'ın emirlerini beklemeye başladı. Yamtar'ın bakışları eskisinden daha sertti. Mete içinde büyük bir huzursuzluk hissetmişti. Yamtar'ın bakışları acımasız ve korkutucuydu.
"BUGÜN SENİN YERİNE YEMEĞİNİ BEN AVLADIM. BU İLK VE SON OLACAK. ARTIK KENDİ YEMEĞİNİ KENDİN AVLAYACAK, KENDİN BULACAKSIN... ANLAŞILDIMI?"
Mete çaresizce Yamtar'ın yüzüne baktı. Yamtar bir emir veriyorsa yapmak zorundaydı. Çünkü başka bir seçeneği yoktu. Yamtar, Mete'den yüzlerce kat daha güçlüydü. Onunla savaşmak intihardan farksızdı.
"Anlaşıldı, kıdemlim," dedi Mete. Sesi güçsüz çıkmıştı. Sadece söylemek zorunda olduğu için söylemişti. Yoksa bu hayatta en nefret ettiği şey emir almaktı. Bu yüzden öğretmenleriyle bile kavga ederdi. İnsanın başkalarının sözlerine göre değil kendi inancına göre hareket etmesine inanıyordu.
Buna rağmen Yamtar bir bakıma haklıydı. Mete kendi yiyeceğini kendi avlamalıydı. Başkalarına bağımlı bir hayat süremezdi. Kendi ayaklarının üzerinde durmalıydı. Her zaman yanında güçlü insanlar bulunmayacaktı. Bazen yalnız savaşacaktı.
Yamtar kanlı elini kaldırarak yerdeki 2 kilo kadar olan çiğ eti gösterdi. Mete ete baktı ama herhangi bir tepki göstermedi. Yamtar bir açıklama yapmadan sadece eti gösterdi. Herhangi bir şey söylemedi. Mete tekrar ete baktı ve Yamtar'a döndü. Yamtar sinirlenerek "YESENE ŞUNU!" dedi. Mete korkuyla
"Böyle mi yiyeceğim?" dedi.
Yamtar Mete'den çiğ eti yemesini istiyordu. Hem de kanları hâlâ üzerinden süzülürken.
"ET PİŞİRİLİRSE İÇİNDEKİ RUH ENERJİSİ AKAN KANLA BİRLİKTE BUHARLAŞIR. RUH ENERJİSİ KANIN İÇİNDE BULUNUR. EĞER GÜÇLENMEK İSTİYORSAN BUNU YAPMALISIN."
Mete'nin gözleri büyüdü. Yamtar gerçekten de ondan çiğ et yemesini istiyordu. Mete kanları üzerinden akan ete bakarken midesi bulanmaya başladı. Kokusu bile midesini bulandırmaya yetiyordu.
Mete yutkunarak elini çiğ ete attı. Çiğ et eline yapışıyordu. İğrenç kokusu Mete'nin ciğerlerini dolduruyordu. Yüzünü buruşturuyordu.
İlk önce eti burnuna doğru götürdü. Bilmediği bir şey yerken önce onu koklamayı alışkanlık haline getirmişti. Bir kez daha etin iğrenç kokusunu ciğerlerinde hissetti. Ardından dilini çiğ ete dokundurdu. Bir anda gözleri parladı. Ömründe hiç böyle tatlı bir şey tatmamıştı. Bir anda etten kocaman bir ısırık aldı. Et ne kadar sert olsa da Mete dişleriyle çiğ eti paramparça ediyor midesine yolluyordu.
"Bu et nasıl bu kadar tatlı olabilir?" dedi Mete. Şaşkınlıkla hem Yamtar'a bakıyor hem de çiğ eti afiyetle yiyordu. Yamtar küçük bir tebessüm gösterdi.
"Ruh enerjisini kullanmaya başladıktan sonra ruh enerjisi bulunduran her şey sana tatlı gelmeye başlar. Bütün insanların içinde ruh enerjisi bulunur ama birçok insan ruh enerjisini kullanmaktan acizdir. Bedenleri buna henüz hazır olmamakla birlikte ruhları bu gücü kaldıramayacak kadar güçsüzdür..."
Mete afiyetle taze etten büyük bir lokma aldı. Çiğ eti yerken kanlarını da ağzına dökmeyi ihmal etmiyordu. Bazen sadece etin üzerindeki kanı yalıyordu.
Mete ağzını doldurmuşken aklında bir soru daha geldi.
"O zaman insan eti yenilebilir mi?"
Yamtar derin bir nefes aldı. Sanki bu soruyu bekliyor gibiydi.
"İnsan eti yemek yasak meyveyi yemek gibidir. Sana ulaşamayacağın büyük bir fiziksel güç verir. Bedenin demir gibi sertleşir. Fakat bir kere insan eti yemeye başladın mı, insan etinin akıllara sığmayan lezzetli tadı seni ele geçirir. Hep daha fazlasını istersin. Bir zaman sonra ne kadar yesen de hiç doymamaya başlarsın. Aklını yitirirsin. Her gün insan eti yemek istersin. Sonunda aile bile zarar görebilirsin. Böyle insanlara 'AÇLIK ÇEKENLER' denir. Normal insanlar gibi davranırlar. Normal insanların içinde dolaşırlar. Gerçek yüzlerini ancak gece olunca gösterirler. İnsanların kanı dökülmesin diye öldürmeden çiğ çiğ yiyip kanlarını içerler."
Yamtar derin bir nefes aldı. Sanki aklından hatıralar geçiyordu.
"Dediğim gibi, insan eti yasaklı meyvedir. Ne kadar İmparatorluk yasaklasa da herkes bu kurala uymuyor. İmparatorluk ise bunun üzerine pek düşmüyor. Hatta bazı generallerin güçlenmek için az miktarda insan eti yediği söylenir. Bu insanlığın gerçek yüzüdür. Güçlenmek için bütün insansı duygularını bir kenara bırakıp hayvan gibi yaşamak daha tatlı geliyor."
Mete ağzı açık Yamtar'ı dinliyordu. Yemek yemeyi bile unutmuştu. Son cümlesi Mete'nin gözlerini iyice büyütmüştü.
"Güçlenmek için bütün insansı duygularını bir kenara bırakıp hayvan gibi yaşamak daha tatlı geliyor."
Mete durup düşünmeye başladı. Gerçekten güçlenmek için böyle bir şey yapabilir miydi? Gerçekten canlı canlı insan yiyebilir miydi?
Hayır! Bunun imkânı yoktu. Güçlenmek için savaşabilirdi. Birçok insanı öldürebilirdi fakat canlı canlı insan yemek çok fazlaydı. Duygudan yoksun hayvan gibi yaşamak kimsenin istemeyeceği bir hayattı.
Mete elindeki ete dikkatlice baktı. Az önce pislik gibi baktığı eti şimdi afiyetle yemişti. İçinden böyle bir gücün ne kadar berbat etkilerinin olduğunu düşündü. Acaba güçlenirken insanlığını kaybedecek miydi?
Yamtar derin bir nefes aldı. Mete elindeki eti çoktan bitirmişti. Kanlı ağzı ve elleriyle yamyama benziyordu. Mete diliyle güzelce dudaklarındaki kanı yaladı. Koca parça etten bir damla kan bile bırakmamıştı.
Yamtar Mete'ye bakarak "ARTIK DERSE GEÇEBİLİRİZ" dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ragnarok (Boyut Kırılması)
FantastikOn yaşında, Ulu Ata tarafından farklı bir boyuta ışınlanan Mete, kendi isteğiyle Ulu Ata'nın eğitimini kabul eder. Bu dünyada, en büyük eğiticilerden biri olan ve aynı zamanda Ulu Ata'nın öğrencisi olan Yamtar ve İzabella, Mete'nin eğitimini üstlen...