Oyun bitmiş ikimiz de yeniden koltuklarımıza çekilmiştik. Sıkılmamak ve vakti geçirmek adına her şeyi aynı anda yapmıyor yavaş yavaş tüketiyorduk eğlenceyi. Sessizce otururken telefonu çaldı. Yavaşça eline alıp baktı ve okuduğu isimle gülümsedi. Öyle bir gülümsedi ki, tam anlamıyla kalbim titredi. Bu gülüşü arayan kişiye özeldi galiba. Daha önce bana hiç böyle gülümsememişti çünkü. Beklemeden açtı. Beklemeden açması da ayrı bir nokta ama asıl omuzlarımı düşüren kullandığı ses tonu oldu. O nasıl tondur. Kimdir karşındaki de sanki bir kelebeğe dokunur gibi narince konuşuyor?
"Efendim."
Sesinin bu tonunu ilk defa duydum ve çok beğendim. Benimle de bu tonla konuşsun istedim bir an için. Kesinlikle arayan kişi özel biriydi. Ses tonu bildiğin "Seni önemsiyorum." "Seni bekliyordum." "Seni seviyorum." diye çığlık atıyordu. Kim ki bu? Yoksa! Şüphelerim iyice artmıştı. Eski de olsa sevgilisi mi? Hani şu Derya'dan sonraki. Sahi onun ismi neydi ki? Doğru ya hiç bahsetmedi ki?
"Yok yok, endişelenme. Küçük bir arıza oldu da, teleferikte mahsur kaldım."
Yutkundum. Açıklamaya da bak, telaşsız, sakin, karşı tarafı üzmemekte odaklı. Atık karşı taraftaki ne dedi bilmiyorum dostlarım ama bizim çocuk öyle bir içten gülümsemeye başladı ki, her kelimenin acayip hoşuna gittiği belliydi. Elindeki kalemi inceledi uzun uzun. Sonra elinde çevirdi. Her parmağında döndü o kalem. Bir an için de o kalem olmak istedim. Kalemi uzun şekilli parmaklarında öyle dolandırdı ki usta bir cambaz gibi.
Gülümseyen yüzündeki tatlıca kısılan gözleri, dönen kalemi izlerken hâlâ dinliyordu karşı tarafı. Her dinleyişte yeni bir içten gülümseme ekleniyordu yüzüne. Normalde bu gülüşü seyretmekten keyif alırdım ama şimdi içim yanıyordu. İstemiyordum. Başkası için böyle gülsün istemiyordum. Gülüş başkasınayken nasıl beğeni ile izleyebilirim ki onu?
Onun herbir içten gülüşüne, benim içimden bir bina yıkıldı dostlarım. Gönül şehrimde kalan son binaları da ha şu yakışıklı çocuk yıkıyordu. Koca bir dozer almış tek tek mahallelerimi dağıtıp geçti birkaç saniye içinde. İçimden annesi diye geçirdim ama, değil! Kızlar anlar. Bu karşı taraf kesin şu öz olan sevgilisi. Ah be ah, efkarlandım yine.
"Nasıl ulaşacaksın bana?" diye sordu karşı tarafa. "Görevliler bile ulaşmakta zorlanıyor."
Artık kız ne dediyse yüzü güneş gibi açıldı. Açılan o güneşle tüm karın ve buzun eriyeceğini düşündüm bir an. Ah be gülüşünü sevdiğim güzel insan, sen ne güzel seviyorsun böyle! Senin gibi birini hak edemeyeceğimi biliyordum zaten. Kısa sürede olsa hayallerimi süslediğin için teşekkür ederim.
Allah'ım, ettiğimiz duaları geri alabiliyor muyuz? Eğer alabiliyorsak burada ettiğim tüm duaları geri alıyorum, amin.
Bende başkasının mutsuzluğu ile mutlu olacak bir yürek yok dostlarım. Takdir ederseniz ki, ölümü göze almış biriyim.
❄️
"Ben giderim, o gider. Yanımda tin tin eder."
Peh, şunun zor bilmecelerine de bakın. Her şeyden sıkıldığı için birbirimize feci zor bilmeceler sormaya başlamıştık. Ben düşünüp düşünüp en zorlarını sormaya çalışıyordum ama o hep en kolayını buluyordu. Deminden beri bana bebek bilmeceleri sorup eğleniyor. Ne var bunu bilmekte? Tabii ki baston.
"Baston," dedim beklemeden. Ve çok kolay olduğunu ifade etmek için kollarımı önümde bağlayıp bacak bacak üstüne attım. Üstteki ayağımı da salladım ki kolaylığını anlasın diye.
"Hayır. Bilemedin," dedi hiç beklemediğim şekilde ve şeytanca bir gülmeseme fırlattı. Ya hu senin şeytanca gülümsemeni yerim. Aklından ne geçiyor senin lahmacunlu sakızım?
"Neymiş cevabı peki?" diye sordum. İçimdeki hisleri dışarı vurmamak için elimden geleni yapmaya çalışıyorum dostlarım. Aksi halde yüzünü ellerimin arasına alıp bir hamur gibi yoğurmak gerekecek.
"Telefon."
"Ney?"
"Telefon, telefon."
Cevap telefon mu dostlarım? Biliyorum hayır diyorsunuz ama elden ne gelir? Bildiğimiz bilmecenin cevabını kendine göre düzenledi ve bundan da son derece emin. Tatlı bir kahkaha attı. Başarı hissi ile dolmuştu. Hani cevabı olmayan bir soru sorduya sözde!
"Cevap nasıl baston olur seni saf kız? Tin tin eder diyorum. Cebindeki telefon titreşimde olunca tin tin eder. Baston ne zaman tin tin etmiş? İnsan bi çıkardığı sesi düşünür."
"Ama onun cevabı..." dedim beni susturdu. Elini yüzüme doğru açtı ve "Kabul et artık yenildin. Sıra yine bende," dedi. Bunu yaparken gözlerini de kapatıyordu ki devam edemeyeyim. İtiraz etme hakkımı yok ettiğinde devam etti.
Öyle olsun be güzel insan, sor bakalım bir bilmece daha yüreğe en ağır geleninden.
"Hazır mısın soruyorum," dedi sonra da oturduğu yerde huzurla kıpırdanarak hevesle bilmecesini sordu.
"Çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bin tane."
"Nar tabii ki," dedim kolay bilmecesine gözlerimi devirirken.
"Hayır," dedi yine.
"Niye ya? Nar işte. En bilindik bilmece bu. Nar bir tane görünür eve gelince bin olur."
"Ne alakası var? Cevap nar değil bir kere, portakal."
"Ne? Ne portakalı be? Yılların bilmecesi bu."
"Kızım yıllarca seni kandırmışlar. Narın içini açınca bin tane çıkar mı hiç? Say bak, iki yüz bile çakmaz o tanelerden."
Sustum dostlar, zira doğru söylüyor.
"Oysa portakal öyle mi? Mesela bir diliminin derisini açınca içinden yüzlerce küçük su torbası çıkıyor. İşte o bilmeyecedeki asıl meyve portakal. Mesela bir de şey var...."
O anlatmaya devam ediyordu dostlarım, ben de onu izlemeye. Işıl Işıl parlayan gözlerini, alnını gölgeleyen bal rengi saçlarını, saçları ile aynı renk olan gözlerini, beni ikna etmek için sarf ettiği onca eforu, nazikçe hareket ettirdiği ellerini, bir yere sığdıramadığı uzun bacaklarını. Ne güzel bir insan bu böyle! Hey Allah'ım sen ne büyüksün.
Anlat be güzel insan, seni mi kıracağım? Yemişim portakalını da, narını da.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TELEFERİK
RomanceHayal ve Selim tek kişilik ücret ödedikleri teleferikte mahsur kaldıklarında planları alt üst olur. Kurtarma ekiplerinin tüm müdahalelerine rağmen uzun süre aşağı inemeyen ikili için yapılacak pek fazla bir şey yoktur. Yalnız işler ikisinin de umduğ...