Eskilerin bir sözü vardır dostlar..."Kokladığın çiçeği beğendiğinde, üstüne on tane daha koklasan beğendiğinin kokusunu unutmazsın."
Tamam belki de böyle bir söz olmayabilir çok da şey etmeyin, ben uydurmuş olabilirim şu an. Ama öyle gibi bir durum var yani.
Her ne şekilde olursa olsun Selim unutamadığım ve daima hatırladığım bir koku, bunu anlamış oldum. Uzun zamandır görmememe rağmen aynı etkiyi bırakabiliyor üzerimde. Hâlâ ellerimi titretip, nefesimi kesiyor mesela. Gerçi bakışlarında bir donukluk ve sertlik hissetmiyor değilim ama onu da şirketin başına geçtiği için yüklendiği ağırlığa veriyorum. Ayrıca takım elbise de giymiş ve o bundan nefret eder.
Selim ve diğer iki kadın için üç sandalye getirildi. Selim iki kadının ortasına oturduğunda gözlerim onun üzerindeydi. Sol taraftaki kadın hiç konuşmazken, sağ taraftaki sürekli bir şeyler fısıldıyor, her fısıltıda Selim'in eline dokunuyordu.
Oturduğum yerden elimdeki kalemi kıracak kadar sinirlendim ama asıl sinirlenen Selim'di. Bunu alnında oluşan belli belirsiz çizgiden anlayabiliyordum. Nasıl da iyi tanımışım onu. Eğer ortam müsait olsa bir de afili bir küfür eder ama eminim artık çok geçtir.
Kadın Selim'in elini ilk tutuşunda Selim'in yüzündeki şaşkın ifadeyi görmeliydiniz dostlarım. Sanki tacize uğramış gibi rahatsız olmuştu. Bu çocuk neden bu kadar hassas Allah'ım? İnsanın ağzını yüzünü... Selim elini ne kadar çekerse çeksin kadın mutlaka bulup dokunmayı başarıyordu. Kadın üçüncü kez dokunacaktı ki eline, Selim ceketinin cebinden bir şey alma bahanesi ile cebine koydu elini, bir daha da çıkarmadı. Sürekli cebinde durursa elin terler gözünü sevdiğim. Bu kadar mı rahatsız oldun sen bu kadından? Sen yapamazsan bana söyle, ben senin yerine onun işini bitiririm. Kalemi çat diye ortadan ikiye kırdığımda en az Selim kadar sinirliydim.
Konuşkan kadın ayağa kalkıp şirket hakkında bilgi vermeye devam ediyordu. Ara ara Ayyıldız şirket'in CEO'su diye Selim'i işaret ediyordu ve Selim de zorunlu bir gülücük yerleştiriyordu yüzüne. Onun dışında hep yerdeydi başı. Ellerini birbirine geçirmiş sürekli parmaklarını izliyordu, tıpkı benim yaptığım gibi.
Seni böylesine üzen, derin düşüncelere daldıran şey nedir kalbi güzel insan? Sen ağlayamıyorsan ben senin yerine ağlayayım mı? Kıyamam ki senin tek bir göz yaşına.
O zaman fark ettim her iki bileğinde de kalın deri bileklikler vardı. Bilekliklerin ne işe yaradığını merak etsem de herhangi bir tahminde bulunamadım. Normalde öyle takı sevme durumu da yoktu ama belki de bana söylememişti bilmiyorum. Doğrusu bileklerine çok yakışsa da olabildiğine dikkat çekiyordu.
O arada Mine'yi dürtükledim.
"İşte Selim dediğim kişi bu Mine. Gerçekten o. Senin dışında kimse inanmıyordu ya bana işte o Selim bu."
Hayranlıkla açtığı gözlerini şoka girmiş gibi daha çok açtı ve inanmazca bana döndü.
"Aman be Hayal, saçmalama kızım ya. Vur dedik öldürdün sende he. Kızım bu adamın teleferikte ne işi var? Helikopter tutar yine de teleferiğe binmez."
"Yemin ederim. Annemin üstüne hem de."
"Sus kız rahmetli kadını karıştırma işin içine."
"Doğru söylüyorum çünkü. Gerçekten o. Görse tanır beni mutlaka."
Kalbinin üstünde hayranlıkla duran elini yavaşça indirdi ve ağzını kapattı "Oha! Ciddisin sen!"
Sonra bir Selim'e bir bana baktı. Bir bana bir Selim'e baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TELEFERİK
RomanceHayal ve Selim tek kişilik ücret ödedikleri teleferikte mahsur kaldıklarında planları alt üst olur. Kurtarma ekiplerinin tüm müdahalelerine rağmen uzun süre aşağı inemeyen ikili için yapılacak pek fazla bir şey yoktur. Yalnız işler ikisinin de umduğ...