Tam kestirmek için dalmıştım ki tabii ki Selim buna izin vermedi dostlar. Asla ama asla rahat durmasını beceremeyen bir insan olarak tüm gürültü patırtıyı da tek başına yapıyor. Bu kadar profesyonel bir gürültücü olduğunu asla tahmin edemezdim. Yani insan dışarıdan bakınca efendi biri sanıyor ama bir içine girseler işte o zaman anlarlar kaç bucak olduğunu. Kızların koşa koşa geldiği ama tanıdıktan sonra ardına bakmadan kaçtıkları kadar var yeminle. Şu bal rengi saçları olmasa çekilmez de işte."Sesini duyunca içim ürperiyor."
Gözümü yarım açarak kendi kendine konuşan deli çocuğa baktım. Yine ne diyor bu? Hayır her şey olabilir. Öyle tırsıyorum. Zarar vermeyecek olsa bile aklımın ucuna gelmeyen onun başına geldiği için ölesiye korkuyorum. İzin ver be mübarek iki dakika kestireyim başım ağrıyor zaten. Ama vermedi. Devam ediyordu.
"Hani böyle yavaş yavaş yaklaşıp tenime dokunuyorsun ya."
Tövbe bismillah. Yavaşça yattığım yerde doğruldum, rüya mı görüyor bu? Açıkta bir yerim var mı diye bakıp üzerimi düzelttim. Öyle bile olsa devamını duymamak için kulağımı mı kapatsam gözümü mü? Bir şey değil sadece iki kişiyiz ve bu çok tehlikeli.
"Tenime her dokunuşunda içim titriyor!"
Gergince yutkundum. Kesinlikle normal değil. Hayır o da uzanıyor ve gözleri kapalı. Yani ya uyuyor ya da uyumak için kendini zorluyor. Böyle bir durumda kendi kendine konuşması ne kadar mantıklı? Her iki ihtimalde de dışarıdan pek de normal bir insan gibi görünmüyor.
"Öyle de gelinmez ki her dakika. Allah cezanı versin sivrisinek!"
Şak!
Koluna attığı tokattan sonra gözünü açıp hızla doğruldu. Oflayarak kaşınmaya başladığında bıkkınlıkla bir şeyler mırıldanıp duruyordu. Nefretle çıkıyordu bu sözler ağzından. İlk defa onun bu kadar nefretle konuştuğunu gördüm dostlar. Hayır benim gözüme hala tatlı geliyor ama o kendi çapında nefret ediyor işte.
"Şu an tam olarak ne yapıyorsun Selim?" Gözlerimi ovuşturup onu daha net görmeye çalışırken beni duyuyor gibi değildi. Bileklerini, dizlerini ve hatta göğüsünü de bir tur kaşıyıp başını sıkıca kapattığı atkımı çözdü. Tüm açık yerlerini kapatmıştı ancak anlaşılan sivrisinekten kurtulmayı pek başaramamıştı. Güzelim kahve kaşlarını çatarak bana baktı.
"Ne yapayım kızım, şu ısırıklara bak. Mayın tarlasına döndüm kaç saattir. Seni niye ısırmıyor bu varlık da hep beni sömürüyor? Kaç defa iki kişiyiz dedim inadına bana doğru geliyor."
Güldüm. Ayağa kalkıp birkaç adım atarak yanına oturdum. Sol elini elime alıp gömleğinin bilek kısmını sıyırdım ve bileğindeki ısırıklara baktım, sıra sıra dizilmişlerdi. Gerçekten de bu soğukta sanki şişme mont giyerek gelen sivri sinekler tarafından ısırılıyordu dostlar. Evet, yerin metrelerce yükseğinde, bunca kar ve tipinin arasında, evet sivri sinek. Zaten bu tuhaf adamı başka bir şey bulsa şaşırırdım. Herkes mışıl mışıl uyurken buna rahat batmasa sivri sinek batıyordu. Öyle de kıpır kıpır biri vesselam.
Bileğindeki kızarıklara bakarken gülümsemeden edemedim. Komik değildi ama sanki ben bir şey yapacakmışım gibi ve aslında bir çocukmuş gibi "Şurası da var, şurası da," diye gösterip duruyordu. Onun bu çırpınışlarını gidermek için ilaç için bağırmayı bile düşündüm ama görevliler yeni aletler getirmek için gitmişlerdi. Aşağıda da keyfi seyreden birkaç çadırlıdan başkası yoktu. Onlar da kah resim çekiyor kah videoya alıyordu. Bağırsam bu onlar için kayda alınacak bir görüntü olurdu o kadar.
"Kanın çok herhalde. Ondan sana geliyorlar," dedim bileğindeki ısırıklara çok az dokunarak.
"Harbi mi? Annem arada bir bana kansızsın oğlum sen derdi? Annem niye öyle diyor ki acaba?"
"Öyle söylemek istemedim Selim, lütfen. Bu farklı bir şey. Yani kimse ısırılmazken sen ısırılıyorsan ya kanın tatlı diye derler. Öyle halk arasında bir şey yani."
"Ha, ondan yani," dedi ve gülümsedi. Pek tabii ne demek istediğimi anlamıştı ama işte Selim, bildiğiniz gibi.
Yere eğilip su şişesini elime aldım dostlarım. Avcuma biraz su aldıktan sonra ısırıkların üstüne sürdüm. Soğuması için de biraz üfledim. Ben üflemek için eğilirken saçlarım bileğinin üstüne doğru düşmüştü. Elim ile saçlarımı alıp kulağımın arkasına götürdüm ama üflemeye devam ettikçe saçlarım yine düşüyordu. Bir kez daha kulağımın arkasına alacaktım ki bu sefer o yaptı. Narin bir şekilde önüme gelen saçlarımı eline alıp kulağımın arkasına yerleştirdi, sonra da elini saçlarımın üstünde tutmaya devam etti. Eli yanağımdayken saçlarım düşmüyordu ama içim titriyordu. Üşüdüğüm için değil, kalbim çok hızlı kan pompaladığı için. Yanaklarım da kızarıyordur kesin. Ve bunu gördüğüne eminim. Bilerek yapmıyorsa ben de Hayal değilim.
Sıcacıktı eli. Her yerini kapatmak için olsa gerek ısınmıştı. Buz gibi yanağıma temas eden avuç içiyle tüm bedenim ısınıyordu.
Bir kere yüzüne baksam ne olur? Yutkundum. Üfleyemiyorum ki böyle. Hayır hayır, yine romantizme bağlamanın anlamı yok. Çok garip oluyor ondan sonra. Hem birbirimize bir daha görüşmeyelim diyoruz, hem de etkilenecek şeyler yapıyoruz. Canını sıkmak istemiyorum ve o sadece saçlarımı tutuyor, başka bir şey yapmıyor. Heyecanlanan sadece benim ve artık duygularımı dizginlememin vakti geldi. Görüşmeyeceğiz diyor, biz, buradan çıktıktan sonra, görüşmeyeceğiz. Önceden de görüşemezdik. Yani dik dur Hayal. Öyle bile olsa etkileniyordum. Parmakları ara ara tek tük olan saçlarımı düzeltmek için hareket ediyor ve durduramıyorum kalbimi. Hem görüşmek istemeyen hem de kendine engel olamayan insanlarız. Biz gerçekten de...
"çok acayibiz değil mi?" diye sordu, öylece kaldım. Tüm düşüncelerimi okumama imkan olmasa da sonunu tamamlaması beni çok şaşırtmıştı. Gözlerimi yavaşça kaldırarak yüzüne baktığımda bana bakıyordu. Bana bakıyor tatlıca gülümsüyordu. Ne güzel gülümsüyorsun be muhteşem insan. Senin o gülüşün olabilmek için nelerimi vermezdim.
"Benden etkileniyor musun?"
Böyle bir soruyu sormamalıydı. Yapma Selim, yapma. Bunu bana n'olur yapma. Bileğini hızla bırakarak ayağa kalktım. Karşı koltuğa oturmak için yöneldiğimde, bu sefer o ayağa kalkıp benim bileğimden tuttu. Sarsılmıştım ama dik durmaya devam ettim. Arkam dönüktü ama o arkamda durmaya devam ediyordu. Gidecek bir yerim de yoktu lakin tutuyordu işte. Bir kere daha sordu.
"Benden etkileniyor musun Hayal?"
Yutkundum ve gözlerimi kapattım. Derince bir nefes alıp arkamı döndüm. Hemen arkamdaydı. Neredeyse hiş mesafe yoktu. Bu kadar yakınlaşmayı kendi istemişti ve geri gitsem yine gelecekti, ben de durdum öylece. Yüzüne baktım. Bu sefer gülümsemiyordu. Daha önce hiç görmediğim bir ciddiyet vardı gözlerinde. Hatta kaşları çatık diyeceğim bir şekilde kıvrılmıştı. Böyle de güzel olsan söyleyemem. Seni yük altında bırakamam. Beni tanımıyorsun. Yapamam anlasana. Tam ağzımı açıp "Hayır," diyecektim ki o Benden önce davrandı.
"Ben senden çok etkileniyorum."
Ağzım açık kaldı dostlar. Ne diyeceğimi bilemedim. Bu belki de romantik bir sahne olması gerekirdi ama ikimizin de bir ağlamadığı kalmıştı.
"Yapma," dedim bileğimi geri çekerek.
"Neden?"
"Selim neden diye soruyor musun? Sen de biliyorsun nedenini."
"Bilmiyorum, söyle."
Yeniden gözlerinin içine baktım. Bu sefer ben de ciddiydim.
"Şurada kalacağımız en fazla bir gün daha. Lütfen eskisi gibi olalım. Unutulmaz olsun bu yer. Böyle şeyler söyleyip benim de kendinin de yüreğine yük yükleme. Sadece eğlenelim olmaz mı?"
Sustu. Dişlerini sıktığını gerilen çenesinden anladım. Ve o zaman fark ettim koyu sarı açık kahve renginde sakalları çıkıyordu. O bile ona çok yakışmıştı ama söyleyemem. Anlasana güzel insan, dünya sana bu kadar ağırken ve beni böylesine ezerken tek kelime edemem.
Sonra ikimiz de yerlerimize oturduk ve sessizleştik. Bu anın hiç olmamış gibi olduğu vaktin gelmesini bekleyerek unutmaya çalıştık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TELEFERİK
Roman d'amourHayal ve Selim tek kişilik ücret ödedikleri teleferikte mahsur kaldıklarında planları alt üst olur. Kurtarma ekiplerinin tüm müdahalelerine rağmen uzun süre aşağı inemeyen ikili için yapılacak pek fazla bir şey yoktur. Yalnız işler ikisinin de umduğ...