66❄️ "Ölüme bile"

7K 545 44
                                    



Hastaneden çıkalı üç gün olmuştu. Mine ve Melis abla bizim evde kalıyorlardı. Selim bu zaman içinde hiç gelmemişti. Melis abla Selim'in annesinin evinde kaldığını söylemişti. Birbirimizi görmemizin acıları tazeleyeceğini ve verdiği karara etkisinin olacağını düşündüğü için çıkmıyormuş karşıma. Üç gündür ne o beni ne ben onu görmemiştik. Öylece ayrı yaşıyorduk.

Doğukan ve Demir ise her gece eve gelip ihtiyaçlarımızı soruyorlar sonra da gidiyorlardı. Doğukan özellikle benim moralimi her gün mutlaka soruyordu. Hadi ihtiyacı anlarım da neden sürekli moralimi soruyor diye düşündüğüm zamanlarda bir ara Mine ile konuşurlarken gizlice kulak misafiri olmuştum. Selim sorduruyormuş meğer. Doğukan'a sordurmak yerine neden çıkmıyordu ki karşıma? Bilmiyor muydu asıl moralimi bozan şeyin onsuzluk olduğunu? Ben de ondan ayrı kalmaya dayanamazdım ama hayat her zaman şaşırtmayı başarıyor bizi.

Sonra günler birbirini kovaladı dostlar. Aradan bir hafta gibi bir süre geçmişti ki Selim'le telefonla bile görüşmedik. Yine o görüşmek istemediği için ben de herhangi bir çaba sarf etmedim doğrusu. Belki de kızacakasınız bana ama akışına bırakmaya karar verdim. Her zaman bir şeyleri zorluyorum ve hep kötü sonuçlanıyor. Bu sefer bir ilk yapıp akışına bırakacağım. Olan olsun biten bitsin bakalım nereye varacak sonu.

Aradan geçen bir buçuk haftadan sonra iyice kendime geldiğim için okula devam etmeye başladım. Okula başladıktan sonra yeni bir karar daha almıştım. O da şuydu; Selim benden boşanmak istese bile ben ondan boşanmayacaktım. İstediği kadar uzasın dava umrumda değildi. Kendini iyi hissedince ya da beni yeterince özleyince görmeye gelecekti elbette. Bu kaçılarak kurtulabileceği bir konu değildi ki hem.

Ara verdiğim süre içinde yine birbirine giren dersleri kontrol etmek hiç kolay olmadı. Doğukan bana çok yardım ediyordu. Zaten o yardım edip ders notlarını vermese sınavları geçebileceğimi de sanmıyordum. Benim hayatım neden bu kadar zor ki?

Tek bir hecesini anlamadığım ilk dersin bitiminde dikkatimi toplamak adına kahve almak için koridora çıktığımda uzaktan bir topluluğun geldiğini gördüm. Fazla incelememe gerek yoktu işin aslında, gelen kişi Selim'di.

Korumaları ve çalışanları ile yine okul için yardıma gelmiş olmalıydı. Uzaktan baktım, kıyafetleri her zamanki gibi düzgündü. Saçları temizce taranmış, yüzü parlıyordu. Yüzünde hüzün ya da ona benzer hiçbir duygu yoktu. Yanındaki sekreter değişmiş, o da sürekli Selim'in eline dokunmaya çalışan kızlardan biriydi. Selim yine her zamanki gibi elini korumak adına cebine sokuyordu ki parmağında yüzüğünün olmadığını gördüm. İçim buz kesti dostlarım. Yüzük yoktu, çıkarmıştı. Ben bile, dava bana açılan kişi olarak çıkarmamışken o nasıl çıkarabiliyordu?

Topluluk bana doğru gelmeye başladıkça sinirlemiştim Selim'e. Silip atmasına sinir olmuştum. Ben her an onu düşünürken o acımasızca yüzüğü çıkarmıştı öyle mi? Yaklaşıktıkça yaklaştılar ve tam yanımdan geçecekken Selim'le göz göze geldik.

Şaşırmasını ya da merak etmesini umuyordum. Beklemiştim. Ama o gözlerini başka yere çevirmekten başka bir şey yapmadı. Bu ne şimdi? Kitaplarda olduğu gibi kendini benden soğutmaya mı çalışıyordu yani? Bu kadar mıydı? Aşkını koruması, tüm cesareti bu kadar mıydı?

Elimdeki kahve bardağını bitmeden masanın üstüne bırakıp sınıfa doğru yürüdüm. Çok sinirliydim. Beyefendi bir de bizim sınıfa gelmiyordu. Niye? Ben varım diye mi yani? Eskiden çıkmazdı oysaki.

Dersin başlamasına az kala daha fazla ders dinleyemeyeceğimi düşündüğüm için toplanıp eve gitme kararı aldım. Hem Selim de okuldayken dikkatimi hiçbir şeye veremem şimdi. Eşyalarımı çantama doldurmaya başladığımda sinirden çok hızlı hareket ediyordum. Sinir değildi belki de bilemiyorum, yoğun bir hüzündü. Özlemdi, hasretti, kasvetli bir hikayeyi ama aslen sinir değildi. Bir yandan hazırlık yaparken, bir yandan Selim'e hakaret yağdırıyordum.

TELEFERİKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin