Ortalık yeniden sessizleştiğinde biz de sessizleşmiştik. Hemen hemen tüm kabinler kurtarılmıştı. Geriye sadece iki üç tane kalmıştı ki ikimiz de hem huzursuz hem de neşesizdik.Hem vaktin bir anca önce geçmesini istemediği hem de bu geçen vakti görmek istemediği için süredir huzurla uyuyordu dostlar. Böylelikle onu rahatça izleme imkanı buldum ben de. Bacak bacak üstüne atmış, başını teleferiğin camına yaslamış, kollarını da birbirine geçirmişti. Yaptığım tıraştan sonra pürüzsüz yüzü açığa çıkmış, insanda dokunma hissi uyandırıyordu. Gerçi iş dokunmaya gelince asla yapamıyorum ama böyle dikkatli bakarken, kollarında kas olduğunu fark ettim. Oldum olası kaslı erkeklerden hoşlanmam, üçgen çikolataya benzetirim ama onun kasları bile çok tatlı gelmişti. Alnına düşen bir tutam bal rengi saçı, ondan biraz daha koyu renk olan kaşlarını örtse de huzurla kapatılmış olan gözlerini gizleyememişti. Kirpiklerinin gölgesi elmacık kemiklerine düşmüş tek tek sayılır olmuştu. Bir beyaz gömlek bir insana bu kadar mı yakışır? Giymekten nefret etse de kumaş takım elbise bir insanın üstünde bu kadar mı hoş durur? Hayatımda onun kadar beğendiğim başka birini bulamam herhalde. Hem gözüme hem gönlüme hitap eden kim olur ki başka?
Ben ona böylesine tutulana kadar neden uzak durmadım ki? Onunla benim asla ama asla birlikte olamayacağımızı bildiğim halde neden? Neden uzak durmadım? Tersleseydim her defasında. Cevap vermeseydim. Kalbini kırsaydım ve kendimden uzak tutmak için tüm imkanlarımı seferber etseydim. O bana görüşmeyelim derken ne yapıyorsan yap deseydim. İçim yanmasaydı, kalbim atmasaydı onun için.
Gerçi, nasıl uzak durabilirdim ki?
İlk başta, sıradan bir yabancı dedim kendi kendime. Kader ortağın Hayal, kalbini kırma. Bileti bile tek kişilik almışsınız ama işte kader sizi bir şekilde birleştirmiş yine. Aynı kabine düşecek kadar denk düşmüş yollarınız. Sonra, benimle aynı özellikleri göstermeye başladı. Ve daha sonra benden daha deli olduğu çıktı ortaya. Bir mıknatıs gibi çekildim güzelliğine. Elimde olmadan daldım tatlı suyuna ve bir güneş gibi tutuldum ışığına.
Şimdi söyle deli oğlan, seni kalbime almak benim suçum mu? Huzurla uyuyorsun ya, sana sarılasım var. Kabus görürsen eğer, saçlarını okşayasım var, duymak istediğin masalı sana anlatasım var. Her gece ve gündüz sesini duyasım var. Bitmek bilmeyen bu derdi seninle büyütesim var. Hiç geçmese bile yara izimi seninkiyle daha çok açasın var. Öyle ki birbirimizin yara izlerine bakıp derinlerde bir yerde kendimizi görene dek devam edesim var.
Bana ne yaptın böyle? Ne yaptın?
Ayrılacağımız günün acısı küçük bir farenin kemirdiği peynir gibi günden güne eritiyor beni. Seninle başka bir dünyada, başka bir zamanda, başka bir hayatta ama aynı bu şekilde karşılaşsaydık keşke. Ben de senin o kış tatillerinde kamp ateşinde olan arkadaşlarından biri olsaydım. Annem ve babamla aileni ziyaretine gelebilseydim. İstediğin hediyeleri alsaydım, seninle gezebilseydim.
Sevilmek için ne kadar da doğru insansın. Sevilmeyi hakeden ne kadar da doğru insansın. Tüm sevgimi gözüm kapalı verebileceğim ne kadar da doğru bir insansın sen böyle. Peki ya ben? Ben senin için tam olarak ne oldum? Seninle karşılaşabilmek, seni hakedebilmek için ne yaptım ki ben? Geçmişimi göze aldığımda sadece hayatta kalabilmek için bencilce yaşayan biriyim. Kimseye bakmadan dümdüz önüne bakmış, sevgi görmemiş ve sevgi göstermemiş biriyim. Bana gelebilmen için tam olarak ne gibi bir iyilik işledim ki?
Yine de yapamam, benden istediğin o iki kelimeyi sana söyleyemem. Çok istesem de yapamam. Seni sevdiğimi, seni ölesiye sevdiğimi, seni delicesine sevdiğimi söyleyemem Selim. Bu kötülüğü sana yapamam.
Eğer benden duyarsan işler daha zor bir hale gelir senin için biliyorum. Dahası korkuyorum. Dilan'da olduğu gibi sahip olduğum bu güzelliği kaybetmekten korkuyorum. Keşke hiç sahiplenmeseydim demekten korkuyorum. Varsın içimde bir yerlerde hep yaşamaya devam etsin ama asla dile dökmeseydim demekten korkuyorum.
Gözlerim onun her zerresinde gezinirken nasıl da tanıdık bir kitabı okur gibi. Defalarca okunmuş ve aslında hep aynı hisler yaşanmasına rağmen bir kere daha bir kere daha yaşanmak istenen bir kitap. Bu kitap o kadar güzel ki kapağı kıymetli, sayfaları hoş kokulu, her bir harf ve kelimesi bir ömür feda edilecek kadar değerli.
Gözünü açmadan mırıldandı.
"Yüzüm eskidi Hayal, ne bakıyorsun öyle?"
Hızla çevirdim gözlerimi. Yerimde kıpırdandım ve üstümde olmayan tüyleri kopardım. Biraz önce düşündüğüm her şeyi yok etmek ve yüz ifademde göstermemek için elimden geleni yaptım. Gözlerini açtı. Sonra oturduğu yerden doğruldu ve telefonundan saate baktı.
"Ooo, öğlen olmuş!"
Yeniden yüzüne baktım. Vakit gittikçe ilerliyor ve bu çok can yakıyor. Geçme zaman, geçme saat. İlerleme lütfen.
"Ah, her yerim ağrıyor," diye inledi. Belini tuttu ve dizlerine dokundu.
"Masaj yapayım mı sana?" diye sordum hemen.
"Yani hayır dersem çarpılırım," dedi ve yavaş adımlarla gelerek sırtını dönüp önüme bağdaş kurdu. Bal saçları hemen önümdeyken ellerimi omuzlarına koydum.
"Tam olarak neresi ağrıyor? İlk oradan başlayayım."
"Bilmiyorum ki, sen başla bir yerden. Her yer ağrıyor da dokundukça daha iyi anlarım."
Boynundan başladım dostlar, kolları ve omuzları dahil masaj yaptım. Son kez dokunduğumu bile bile ellerim usta bir masör gibi gezindi bedeninde. Gerçekten de kaskatı kesilmişti. Ben böyle olsam acısına dayanamazdım ama o yine iyiydi.
Bir ara arkasını dönmeden konuştu."Hayal bak, sana önemli bir şey söyleyeyim! Senin evlenme vaktin gelmiş kızım. Benden söylemesi."
Yavaşça vurdum başına. Sırf o saçlarına dokunmak için.
"Başlama yine istersen. Sonra kavga ediyoruz."
"Utanma kız, evlendirelim seni gitsin."
Güldüm. Beni güldürmek için söyleyemeyeceği şey yoktu.
"Ben de Selim çok ciddi, ne zaman konuyu saptıracak diye merak ediyordum. Neden böylesine mizahı seviyorsun?" diye sordum omuzlarına masaj yapmaya devam ederken.
"Normalde," dedi derin bir nefes alarak "komik bir insan değilimdir. Şaka da yapmam. Dışarıdan gören birinin bana yaklaşması neredeyse imkansızdır. Bilinçli bir şey değil fıtrat. Soğuk nevale de derler hani. Oldukça ciddi ve sertimdir aslında ama..."
"Ama?"
"ama, sen o halimi sevmezsin diye mizahtan medet umuyorum."
Parmaklarım devam edemedi dostlarım ve öylece kaldım. Hep yapıyordu bunu. Sonuna kadar devam ediyordu. Aniden bana döndü ve "Evlenmek için, şu eczacı olma şartın hâlâ geçerli mi?" diye sordu. Bir şey diyemedim ama evet anlamında başımı salladım. Olumsuz anlamda başını sallarken, yeniden önünü döndü sonra da parmakları ile hesap yaptı.
"On yaşına gelince otuz sekiz, yirmi yaşına gelince elli sekiz..."
"Ne yapıyorsun yine?" diye sordum hafif öne doğru eğilerek.
"Karışma sen, evladımın geleceğini hesaplıyorum. Kırk sekiz yaşımda on yaşında olsa okula götürebilirim ve insanlar..."
O önde parmak hesabı yaparken, benim gözümden bir damla yaş süzüldü. Ona söylemediğim ve muhtemelen söyleyemeyeceğim sırrın ağırlığından ötürü yerinden kopup akan bir damla yaş. Neden sustuğumu hiç sormadı ve sormayacak gibi de. Ben de söylemeyeceğim. Böylelikle kuş gibi hafif olarak ayrılacağız.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TELEFERİK
RomanceHayal ve Selim tek kişilik ücret ödedikleri teleferikte mahsur kaldıklarında planları alt üst olur. Kurtarma ekiplerinin tüm müdahalelerine rağmen uzun süre aşağı inemeyen ikili için yapılacak pek fazla bir şey yoktur. Yalnız işler ikisinin de umduğ...