"Hava kararıyor."
Ben de görmeme rağmen o dedikten sonra yerimden kalkıp pencereden aşağı baktım. Onlarca insan aşağıdaydı. Yüzden fazla da olabilirler emin değilim. O kadar yüksekteydik ki hepsi neredeyse ancak bir karınca kadar küçük görünüyorlardı. Kurtarma için görevliler, resmi yetkililer, eğlence merkezinin görevlileri, aileler ve daha birçok insan gelmişti. Çoğusu merakından ne olacak, nasıl kurtarılacaklar, ne zaman bitecek diye bekliyordu. Hatta birkaç çadır kurmuş ellerinde çekirdekle izliyorlardı. Haklılar tabii, ben olsam ben de aynen böyle yapardım. Düşünsenize insanlar teleferiğe biniyor, arıza yapıyor ve onlarca kişi ipe dizilmiş pastırma gibi havada asılı kalıyor. Seyre değer bir manzara bence.
Öte yandan bu kadar çok kişinin birikmesi ve vaktin geçmedi teleferiğin tamir edilemeyecek kadar kötü olmasını getiriyordu aklıma. İşte bu iyi hissettirmemişti. Eğlenirken iyi de işler ciddileşince moralim bozulmuştu. Yavaştan hava da iyice soğuyunca titreyerek yerdeki eldivenlerime baktım. Alıp giysem iyi olacaktı.
"Üşüdün mü?" diye sordu.
"Evet." dedim. O üşümedi mi? İkimiz de aynı odadayız ve tek üşüyen ben miyim?
Ayağa kalkıp yerdeki eldivenlerimi aldı. Köşeye fırlattığım atkıyı da alarak silkeledi ve üstündeki çöpleri ayıkladı. Tüm yaptıklarını merakla izlerken devamında ne olacağını bekliyordum. Yavaşça önüme eğilip elimi aldı eldivenimi giydirmeye başladı. Hiçbirine itiraz etmedim ve aslında ne olduğunu da anlamadan ilerledi her şey.
Hayır ne gerek vardı anlamıyorum ki, ben giyebilirim yani, ama hoşuma da gitmiyor değil. Hatta çok hoşuma gidiyor. Acayip hoşuma gidiyor ya. İlk defa olduğundan mıdır nedir? Takdir edersiniz ki kimse bana eldivenimi giydirmedi bu yaşıma dek.
Eldivenlerden sonra atkıyı iyice açtı ve ayağa kalkarak bana doğru yaklaştı.
"Ben yaparım," dedim.
"Tabii tabii," diye dalgalı bir kelime kullandı. Yine o alaylı gülüşünü de eklemeyi ihmal etmedi. Bir kerecik "Gülüşün çok güzel," desem ne olur?
Atkıyı boynuma sararken bana iyice yaklaşıyordu. Kalbim yine boğazımda atmaya başladı dostlar. Beyaz gömleğinden gelen o koku gözlerimi kapatarak hayal kurmama yetecek türdendi. Ah be ah, sen ne güzel insansın böyle.
Atkıyı sıkıca örttükten sonra ellerini sağlı sollu omuzlarıma koydu ve yüzüme doğru eğildi. Ne yapıyor ya bu çocuk? Yüzü gittikçe yaklaşıyordu bana. Hayır geri geri gitsem yer yok ki! İyice yaklaştı, yaklaştı.
Şak!
"Ne yapıyorsun ya?"
"Senin gibi yapıyorum işte, bundan hoşlandığını düşünmüştüm."
"Ne diyorsun be?" diye çemkirdim zaten hassas olan alnımı ovuşturarak.
"Burada kaldığımızdan bu yana kaç kere alnıma şaklattın. Bu senin için sevgi işareti olsa gerek," dedi. Sonra da karşıya oturup bacak bacak üstüne attı. Gülümsedi. Kalbim yumuşadı. Gülümsedi. İçim gitti.
Onun gibi afili bir küfür etmem gerek değil mi? Edemiyorum dostlarım. Gülümserken tatlıca kıvrılan dudaklarını izlemekten, küfür falan edemiyorum.
❄️
"İsim?" diye sordum.
"Hayal," dedi.
Gözlerimi devirip alayla baktım.
"Ya saf mısın? H ile başlayan yüzlerce isim var niye benimkini yazdın?""Sen de mi Hayal yazdın yoksa?" diye sordu.
"Evet," dedim. "İkimize de beş puan."
Sırtını kapıya iyice yaslayıp bağdaşını düzeltti. Sonra da kalemi kulağının arkasına koyarak "Sen niye başka isim bulmadın? İnsan kendi ismini yazar mı? Yaratıcılık diye bir şey yok sende," diye çıkıştı. Şuna bakin dostlarım, İsveç'te psikoloji okuyor, koskoca şirkete CEO seçiliyor, karun kadar zengin ve bir o kadar zeki ama isim olarak benimkini kullanıyor. Bazı insanların küçük şeyleri becerememe hastalıkları vardır. Hani Einstein da basit işlemler yapamıyormuş ya onun gibi bir şey heralde.
"Seninle hiç tartışamam," dedim. Kendi ismimi yazdığımdan dolayı bir bal peteğinden azar yemek için geçirmedim ben o zorlu günleri.
"Başlıyorum," diyerek içimden harfleri saymaya başladım. Gözlerimi yukarı kaldırdım ki hangi harfte olduğumu anlamasın. Hiç öyle bakmayın dostlar, alnımı okuyan pek tabii gözümü de okuyabilir. Durduk yere yenileyim mi şu çocuğa?
A, b, c, ç...
"Dur!" dedi.
"S çıktı."
"S'mi?" diye sordu. Sonra da hınzırca bir gülüş attı.
"Ne var? Niye gülüyorsun?" diye sordum.
"İsim bölümüne Selim yazacağım. Git kendine başka isim bul," dedi.
Burun kıvırdım. Bana yaratıcı değilsin diyene de bak, kendisi kendi ismini yazıyor. Haklıyım, kesinlikle haklıyım bu çocuğun da basit şeyleri yapamama takıntısı var. Bunlara vereceksin denklemi boğulacakalar. Ve denklemi, ver denklemi. Sıra ona gelmişti yine.
"Başlıyorum durdur beni," dedi.
Biraz geçince "Dur," dedim.
"N harfi."
Dostlarım ismi buldum, şehri buldum, eşyayı buldum, hatta ünlü bile buldum. Ama bir tane hayvan bulamadım. Nerelere gideyim yav? N ile başlayan hayvan mı var?
"Ben bitirdim." diye bağırdı. Sonra da saymaya başladı. "Bir, iki, üç..." Yalan söylüyor değil mi? Daha kendi adından başla isim bulmayan biri N harfi ile başlayan hayvanı nasıl bulacak?
"Hayvan bulabildin mi?" diye sordum şaşkınca. N ile başlayan hayvan mı var? Nedi ya da nöpek mi yazdı ki? Yok artık ninek yazmamıştır herhalde.
"Buldum tabii ki," dedi gıcık bir şekilde. "sekiz, dokuz ve on! Yeah kesin ben kazanacağım."
Bildiğiniz zafer ilan etti ama fasa fisoymuş dostlarım. Neden olduğunu şimdi anlayacaksınız.
"İsim?"
"Neriman."
"Şehir?"
"Niğde."
"Eşya?"
"Not kağıdı.
"Hayvan?"
"Nil timsahı."
"Ney?"
"Nil timsahı."
Öyle güzel seviniyordu ki, yaratıcı bir şekilde iyi bir hayvan bulduğunu düşünüyor, sevinçle kalemini kemiriyordu. O gülüşüne kıyıp da "Nil timsahı diye bir şey yok la gülüşünü sevdiğim." diyemedim. Bir de üstüne 10 puan verdim.
Eh ne yapalım dostlarım, gönül bu.
10'a kıyar ama, ona kıyamaz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TELEFERİK
RomanceHayal ve Selim tek kişilik ücret ödedikleri teleferikte mahsur kaldıklarında planları alt üst olur. Kurtarma ekiplerinin tüm müdahalelerine rağmen uzun süre aşağı inemeyen ikili için yapılacak pek fazla bir şey yoktur. Yalnız işler ikisinin de umduğ...