Öksürdü. Çok kötü öksürdü. Bir kere daha öksürdü. Vakit geçtikçe hava soğuyor nefeslerimiz de artık bizi ısıtmaya yetmiyordu. Metal olduğu için de kabinin soğuması çok hızlı oluyordu. Tabii bunda metrelerce yukarıda sürekli kar yağışının altında olmamızın da büyük rolü vardı. Eh böyle bir durumda hasta olmamamız büyük şans olurdu. Hayır vücutlarımız soğuğa alıştığı anda güneş açıyordu. Sonra biz montlarımızı çıkarıp sıcakladığımızda da kar yağmaya başlıyordu. Asla ama asla doğa ile uyum sağlayamıyorduk.Bir kere daha öksürdüğünde
"Hasta oluyorsun," dedim."Kime? Sana mı?" diye sordu.
Ya hu bu çocuk daha benim kim olduğumu anlayamadı dostlarım. Hayır eğer böyle tatlı tatlı konuşmaya devam ederse ahtapot gibi kollarımla sarıp asla bırakmayabilirim. Kendime güvenemiyorum diyorum o da üstüme üstüme geliyor. Nerede durması gerektiğini bilmiyor, zaten kendimi zor tutuyorum şu bal rengi saçlarına dokunmamak için. Hayır bir insanın saçları nasıl bal rengi olur? Sarı desen sarı değil, kahve desen kahve değil. Sanki bir kovan balı almışlar da bunun başından aşağı geçirmişler gibi. Öyle parlak ve hoş bir renk daha görmedim ömrümde."Saçmalamaya başladığına göre, ateşin çıkmış olmalı."
Ters yapsam da ayağa kalkmayı ihmal etmedim. İçimdeki Hayal ile dışımdaki Hayal birbirinden millerce uzakta ama o kadar da zalim değiliz. Karşı koltukta yayılmış bir şekilde oturan Selim'e yaklaşmak için teleferiği sallamadan parmak uçlarımda yürümeye çalıştım. Gülümsüyordu ancak yanakları kızarmış, dudakları kurumuştu. Ben sapasağlamken onun hastalanmasına bakılırsa ne kadar narin olduğunu anlayabilirisiniz. Öyle bir yaşamışım ki dostlarım doğar doğmaz vahşi hayata bırakılan bir gergedan yavrusu gibiyim. Soğuk falan işlemiyor hani.
Yanına ulaştığımda elimin tersi ile alnına dokunmamla geri çekmem bir oldu. Alnı cayır cayır yanıyordu. Hızlıca yanağına dokundum. Yanakları da yanıyordu. O ise hâlâ gülümsüyor, endişelenmemem için benimle konuşmaya çalışıyordu. Nasıl, ne ara bu kadar çıkmıştı ateşi? Oysaki biraz önce iyiydi. Gayet iyi konuşuyordu. Belli mi etmemeye çalışıyordu?
Elimi kaldırıp alnına şaklatmayı düşündüm ama hemen bundan vazgeçtim. Kıyamadım bir an için. Kendine gelirdi belki ama şimdi olmaz. İlk defa telaş yaptım dostlar. İnsanın çaresiz olması meğer ne kötüymüş. Ne verecek bir ilacım var ne de sıcak bir çorbam.
"İyiyim Hayal. Bir şeyim yok. Hadi uyu biraz, yorgun görünüyorsun," dedi, daha da içim gitti. Hâlâ benim için endişelenmesi kalbimi titretiyordu. Gözlerim doldu. Ya sen nasıl güzel kalpli bir insansın böyle. Ben böyle biri ile aynı kabinde kalacak ne gibi bir iyilik yapmış olabilirim?
Teleferiğin camına yaslanıp küçük bölümü açtım ve aşağıda beklemekte olan görevlilere seslendim. Bunca zamandır kurtulmak için değil de sırf onun için. O iyi olsun diye. Sessizleşmesin, sağlıklı olsun diye.
"Yardım edin! Arkadaşım çok hasta. Lütfen yardım edin!"
Görevliler sesimi duymuştu. Zaten bize bakıyorlardı. Her kabinin altında onlarca kişi ateş yakmış bekliyor herhangi acil bir durum için tetikte duruyorlardı. Bizi çabucak kurtaramayacak bile olsalar, isteğimi yerine getirecek kadar da yeteneklilerdi.
Aradan geçen on beş dakika sonunda cama doğru yaklaşan dronda asılı duran paketi aldığımda gözlerim ışıldadı. Çabucak açtım paketi ve içindekileri çıkarttım. İki tane sandviç, iki kutu meyve suyu, su, grip ve enerji ilaçları. Yanında da bir not vardı.
Daha önce defalarca denedik ama dronlar bu malzemeleri taşıyamadı. Bu sizin yoğun sevginizden kaynaklı olsa gerek ilk defa size uçuyor.
Gülümseyerek okuduğum not kağıdını kenara koydum ve kendi sandviçimi bir kenara bırakarak onunkini alıp yanına gittim. Yemesi için eline verdim ama ağzına götürecek kadar bile enerjisi kalmamıştı. Çok üzüldüm bir an için dostlarım. Nerdeyse onun için ağlamaya başlayacaktım. Hani şu "Bir insanın başkası için ağlaması saçmadır." sözüm var ya işte onu geri alıyorum bu durumda.
Küçük parçalara ayırdığım sandviçleri yavaş yavaş ağzına verip yutması için yardımcı oldum. Meyve suyunu da içtikten sonra grip ilacından vererek bir şişe suyu içmesini sağladım. Geriye kalan enerji hapını da verdikten sonra montumu çıkarıp yere serdim. Gözleri kapanmıştı. Güçlükle yere yatırıp üstüne kendi ceketini örttüm. Atkımı boynuna sarıp terlemesi için elimden geleni yaptım.
Tüm bunları yaparken o kadar hüzünlüydüm ki, onu böyle görmektense bundan sonra hep ben hasta olmayı yeğlerim.
Allah'ım çabucak iyileşsin ne olur. Yoksa galiba saçma dediğim tüm şeyleri kendim yaşayacağım.
Onun için ağlayıp, onu özleyecek ve onun için kendimi feda etmeye kadar gideceğim.
❄️
"Sen biraz daha kalacaksın teleferikte!"
"Niye ya? Benim ne eksiğim var?"
"Çünkü sen fakirsin! Fakir! Fakir! Fakir! Fakiiir! Fakir!"
"Haaayıııııır!"
Terleyerek uyandığımda hâlâ teleferikte olduğumuzu gördüm. Selim yanımda yatıyordu. Hızlıca doğrulup ateşine baktım, düşmüştü. Rahatladığı için horlamaya da başlamıştı.
Heyt be horlamasını sevdiğim. Rahatladın mı sen? İçim nasıl rahatladı bir bilsen. İnşallah tamamen iyileşirsin. Gördüğüm rüyanın saçmalığından sıyrılıp yeniden ona odaklandığımda huzurla gülümsedim. Hala yanımdaydı. Tüm fakirliğime rağmen o hala benim yanımdaydı.
Fazla bunalmaması için boynuna sardığım atkıyı onu uyandırmadan çıkardım. Alnına biriken teri yavaşça silip sessizce yerimden kalktım. Teleferiği sallamadan koltuğa oturup, kendi sandviçimi ikiye böldüm. Yarısını yemek üzere elime aldığımda diğer yarısını Selim'in uyandığında acıkabileceği ihtimali ile yeniden paketledim.
Yarım sandviç yiyip ve meyve suyumu içtikten sonra pencereye doğru yaklaştım. Yağış durmuş gökyüzü daha çok açılmıştı. İlk kez o zaman bizden önceki ve sonraki teleferiktekilere bakmayı akıl ettim. Sahi biz tek değildik değil mi? Bulunduğumuz ipte onlarca kabin vardı. Gariptir ki hiç sesleri de gelmiyordu. Arkamı dönüp öncekilere baktım. Bizden öncekiler çocuklu bir aileydi. Gülüşüp oynaşarak mahsur kalmanın tadını çıkarıyorlardı. Gecenin ilerleyen saatime rağmen mum yakmış mutlulukla saatlerini geçiriyorlardı. Diğer teleferiğe baktım sevgili olduklarını düşündüğüm bir çift vardı. Onlar da hallerinden memnunlardı. Kimse uyumuyordu. Biz ise son uyuyuşla birlikte en az beş kez uyuyup uyanmıştık. Kendimizi evimizde hissettiğimiz için mi yoksa benim zaten evim olmadığı için mi bilmem, bana rahat geliyordu.
"Eh ne bekliyorsun Hayal? Hayatın kötü diye herkesinki kötü olamaz ya!"
Moralim bozularak yerime oturdum. Meyve suyumu sessizce içmeye devam ederken fısıltıyı andıran bir ses işittim.
Sese kulak verdiğimde mırıltıya dönüştü. Biraz daha dinlediğimde ne olduğunu anladım.
"Hayal!"
Seslenen Selim'di.
Elimdeki meyve suyu kutusunu ve sandviçi acele ile bırakıp Selim'in yanına eğildim. Hâlâ uyuyordu. Belli ki sayıklıyordu. Bir saniye sayıklıyor muydu? Hem de benim ismimi. Sayıklamak için benim ismimi mi seçmişti yani?
Öyle mutlu oldum öyle mutlu oldum ki sormayın dostlar. Hayır Derya da diyebilirdi. Sonuçta eski de olsa sevgilisi yani. Ne bileyim anne ya da baba da diyebilirdi. Tamam ben sayıklarken bunları söylemiyorum ama benim yok. Onunsa var. Tüm bu kişiler arasında seçtiği kişinin ben olmam o kadar mutlu etti ki. Elini sıkıca tuttum ve sayıkladığı kişi olarak daima yanında olacağıma dair sözler vererek bir an önce uyanmasını diledim. Ve aklımdan silindi tüm diğer kabinler. Herkesin mutluluğuna kendine, benimki de kendime.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TELEFERİK
RomantizmHayal ve Selim tek kişilik ücret ödedikleri teleferikte mahsur kaldıklarında planları alt üst olur. Kurtarma ekiplerinin tüm müdahalelerine rağmen uzun süre aşağı inemeyen ikili için yapılacak pek fazla bir şey yoktur. Yalnız işler ikisinin de umduğ...