Bunca zaman boyunca insan kapalı bir kutu gibi yaşar mı? Ben yaşadım dostlarım. Öyle de çok kilit vurdum ki etrafıma, isteyen de açamazdı hani. Bunu bilerek yapanlar da var elbette ancak ben bir de bilmeden istemsizce yaptım. Elimde olmadan, bilinçsizce.Normalde benim ağzımdan hiç romantik bir kelam çıkmazken, yani yirmi dört yaşıma gelene kadar bu böyleydi. Hayatta kalma mücadelesi, topluma ayak uydurma çabası, ayakta durma ve geçmişi unutma zorlaması ile normal bir statü kazanma hevesi...bunların hepsi bu kelamı hep uzak tuttu benden. Ne kadar istesem de olmadı gerçi isteyebildiğim zamanlar da pek olmadı. Aklıma geldiğinde gözümün önündeki zavallı hayatım ve imkansızlıkların ötesine geçemedim.
Aşk denilen şey, bende hep ulaşılması imkansız ve nadir insanların yaşayacağı türde bir duygu olarak kalmış. Ne bileyim ben o insanlardan biri değilim diye düşünüyordum hep. Derdi ekmek parasını kazanmak olan bir insanın böyle özel, böyle ender bulunan bir duygu ile ne işi olabilirdi ki? Günlük yevmiyemi çıkarsam yarını düşünürdüm. Yarını çıkarsam kirayı düşünürdüm. Kirayı çıkarsam ailemi düşünürdüm. Olmayan ama izi asla geçmeyen ailemi.
Bazen de küserdim. İsyan olmasın diye dile getirmek istemezdim ama hep neden ben de o insanlardan değilim diye küserdim kendi kendime. Kimse küserdim bilmem. Kendimden başka kimseye anlatamadığım hislerimden dolayı kime küserdim bilmem. Ama küsmek de iyi gelirdi. Bazı kereler ağlardım da. İçim dışıma çıkana dem ağlar ve tüm yüklerimden kurtulmuşum gibi hissederdim. Kimse de teselli etmezdi. Ne diyebilirlerdi ki? Geçecek bir dert değildi benimkisi. Anne yok, baba yok. Zaman geçse de yok. Ne kadar geçerse geçsin gelmeyecek olan birileri. Ne diye teselli edecekler ki?
Hani dedim ya, yetimhanedekilerden bile farklıydım diye. Onların en azından bir akrabası vardı da yokluğun içinde varlığı görebiliyorlardı diye. Benim de her gelişinde sevindiğim biri vardı. Yanımda yatan arkadaşımın teyzesi.
İsmi Dilan'dı arkadaşımın ve annesi cezaevinde olduğu için onu yetimhaneye vermişlerdi. Ama teyzesi her bayramda, özel günlerde gelir Dilan'la görüşürdü. Ben de giderdim onların yanına. Çoğu kere getirdiği şekerlemelerden bana da verirlerdi. Yerdim. Bazı kereler Dilan'a getirdiği kıyafetlerden birini bana verme nezaketini gösterirlerdi. Alırdım. Çoğu defa Dilan'a sarılırken bana da sarılırdı. Ben de sarılırdım. Hatta ilerleyen dönemlerde o kadar alışmıştım ki bir gün Dilan'a "Dilan, teyzem gelmiş," demişim. Artık o çocukluk aklıyla nasıl benimsediysem. O gün Dilan bana "O senin değil, benim teyzem. Bu kadar yeter, kimsen yok diye teyzem seni çağırıyordu ama artık gelme. Hem zaten ben de gideceğim," dedi. O gün öyle bir sarsılmıştım ki, hala daha hatırlıyorum. On yaşında ya vardım ya yoktum ama kemiklerime kadar sızlayan duyguyu asla unutamadım. Fiziksel olarak acı veren ruhsal hisler de var dostlarım. Bunu ancak duygularını içinde yaşayanlar bilir.
Sonra Dilan'ın annesi cezaevinden çıktı ve onu da aldı. Yatağıma başka bir kız yerleşti. O olaydan sonra beni kim çağırırsa çağırsın gitmezdim. Bir daha öyle şeyler duymaktansa bayramları yapayalnız geçirmeyi seçerdim.
Hani çocukluğunu yaşamayan insanların içinde hep bir çocuk yaşamaya devam eder ya, işte ben de o insanlardandım herhalde ki, kime küstüğüm belli olmadan içten içe küsüp dururdum. Hep bir kollarımı önümde bağlayıp somurtmak geçerdi içimden. Beni istemeyen herkese, beni yapayalnız bırakan tüm insanlığa ve beni içime kapatan benliğime küserdim.
Kıskanırdım. Bu öyle bir kıskançlıktı ki, asla sahip olamayacağım şeylerin varlığından doğan hiçliğin kıskançlığıydı. Bazen derdimden hasta olurdum. Bakanım da olmazdı hani. Yine kendi kendime ayağa kalkardım. Yine kendi kendime toplardım dağılan hayatımı. Boş tavana baka baka geçti ömrüm. Çünkü yok. Yokun anlamını nasıl anlatsam ki size dostlarım?
Hiçbir zaman sevgilim olsun da kol kola gezelim diye de düşünmedim mesela. Hem aşk bu mudur ki? Aşk kelimesinin anlamı herkes yapıyor benim ne eksiğim var diyerek sevgilinin olması mı? Yakışıklı olsun, zengin olsun, kaslı olsun, kirli sakal olsun...bu mu aşk? Böyle mi olmalıydı bilmem ki. Hiç düşünmedim de. Beğendiklerim oluyordu ama ilerisinin olmadığını bildiğim için ya ben oradan uzaklaşıyordum ya o bir şekilde kaçıyordu benden. Öyle ya ben de kaybetme korkusundan dolayı çok yakınlaşmıyordum. Her şeyini kaybetmiş biri olarak hala daha kaybetme korkusuna sahip olmak da benim ne kadar tuhaf bir insan olduğumu gösteriyor vesselam.
Çekiniyordum da. Yine Dilan gibi bir şeyler derler diye ölesiye çekiniyordum. Bir daha o sözleri duymaktansa önce ben yol veriyordum kendime. Böylesi daha hazırlıklı oluyordu. Sızlamıyordu kemiklerim.
Tüm bunlar bana göre değil dostlarım. Tam olarak ne olduğunu bildiğimden de şüpheliyim ama bana göre aşk; içinde başa çıkamadığın bir yara izinin olması. Öylesine güzel bir yara izi ki, ne kendine dokunduruyor ne de ondan uzaklaşabiliyorsun. Her sızladığında canın yanıyor ama aynı anda varlığına da şükrediyorsun. Yara izi işte aşk. Öyle olmalı. Hem dert hem deva. Hem cennet hem cehennem.
Ve ben...ilk defa bir yara izine sahip oldum. Derin, sancılı, ağrılı ama aynı zamanda iyileşmesini istemediğim güzel bir yara izi. İnsan hiç yara izinin iyileşmemesini istemez mi? İstemez dostlarım. Şayet yok olmasından korkuyorsa asla iyileşmesini istemez. Varsın acı versin ama daima var olsun ister.
Selim... Sen benim en derin yara izimsin. Ne kabuk bağlamanı istiyorum ne de iyileşmeni. Öylece kal istiyorum. Sızla, acı ver ama öylece kal.
Yavaşça gözlerimi açtığımda bana baktığını gördüm. İkimiz de birbirimize dönük yatıyorduk. Dudaklarında tatlı bir gülücük vardı, gözlerinde de ferah bir huzur. Beklenti ile benim gözlerime bakıyordu. Neden bakıyorsun ki sevdiğim, sen anlayamıyor musun benim neler hissettiğimi?
Belki bir itiraf?
Seni seviyorum?
Sana aşığım?
Belki güzel bir söz?
Kalbinin benim olmasını istiyorum.
Sensiz yaşayamam artık.
Belki cevabını endişe ile beklediğim bir soru?
Beni kabul eder misin?
Kalbinde bana yer verir misin?
İkimiz aynı anda ağzımızı açtık, belki de aynı şeyleri söyleyecektik. Onun itirafı gelmişti hoş ama benden bekler miydi bilmiyorum.
Ben itiraf yapacaktım dostlarım. Bu sefer gerçekten yapacaktım. Kabul etmese bile itirafımı yapacaktım. Ona, onu sevdiğimi itiraf edecektim. Bu sefer sonunun nereye varacağını düşünmeden ve alacağım cevabı umursamadan söyleyecektim.
Edecektim.
Ama kader denilen şey, deveran eden bir makara gibidir derler. Genellikle değişen olaylara rağmen hep başa sararsın. Ve ben de başa sardım sanırım.
"Selim ben..."
"Hayal ben..."
Ve bir gürültü.
Teleferik hareketlenmişti.
Çığlıklar.
Sevinçle atılan kahkahalar.
Alnımdan boşalan soğuk terler.
Paramparça olan zavallı kalbim.
Ve bir de o...
Benim, en derin yara izim.
Teleferik çalışmıştı. Görevliler nihayet tamir etmişti anlaşılan. Tam da yaramı kaybetmeye göze alamayacak çok sevmeye başladığım anda. Tam da içimdeki sevgiyi itiraf etmeye hazır olduğum anda.
Öyle ya, yıldızım parlak olsa böyle yapayalnız olmazdım. Kararıyor ışığım her defasında. Hiç değişmiyor. Hiş şaşmıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TELEFERİK
RomanceHayal ve Selim tek kişilik ücret ödedikleri teleferikte mahsur kaldıklarında planları alt üst olur. Kurtarma ekiplerinin tüm müdahalelerine rağmen uzun süre aşağı inemeyen ikili için yapılacak pek fazla bir şey yoktur. Yalnız işler ikisinin de umduğ...