Aradan sadece on dakika geçmişti ki ben onu izliyordum. Küçücük kabinde birini izlemekten başka yapılacak başka ne olabilir ki? Bizim dışımızdakileri ne yapıyor acaba? Sonuçta bir tel boyunca onlarca teleferik kabini aynı anda mahsur kaldık. Gerçi herkes ben mi? Kiminin eşi var, kiminin çocuğu. Elbet konuşacak ve yapacak bir şey bulurlar. Herkes benim gibi yedi kat yabancı ile aynı anda mahsur kalmıyor ya. Peh, şu halime bakarak bile acımalıyım kendime. Elinden tutacağım hiçbir yeri yok iyi mi?"Neden tek kişilik kabin istedin?"
Gözleri kapalı sormuştu ama ben direkt onun yüzüne bakıyordum. Her ne kadar düşüncelere dalsam da sorduğu soruyu duydum ve anladım. Nasıl diyebilirim ki ölmek için diye. Ah, daha kimseye söyleyemezken, nasıl öleceksem artık. Allah her şeyi biliyor işte. Baktı bu kız beceriksiz. İntihar iptal oldu.
"Yalnız kalmak istedim."
Uzun süreli iç çatışmalarımdan sonra nihayet mantıklı bir cevap vermiştim. Genç çocuk aniden yerinden kalkınca irkildim. Ölmek isteyen biri için fazla korkağım değil mi? Kaçacak yer de yoktu ki. Ayağa kalktı ve yavaşça yere oturdu. Benim ayaklarımı bastığım yere gayet rahatça oturdu. Sonra da sağ dizini dikerek, solunu uzattı.
"Ben de yalnız kalmak istedim ama, işte."
Ses tonunda sitemden çok efkar vardı. Üzüldüm bir an için. Her ne kadar ilk önce binen ben olsam da, kendimi suçlu hissettim. Keşke bir sonraki kabine binseydim. Bu garip de güzelce yalnız kalsaydı.
"Üzgünüm," dedim hüzünle. Ben niye üzgünüm bilmiyorum. Ama biri üzülecekse bu ben olmalıyım. Eminim ondan daha az değerliyimdir. Değerli insanlar üzülmemeli efendim. Üzmeyin onları. İlla üzülecekse benim gibileri üzülsün.
"Sen niye üzülüyorsun ki?" dedi sakin bir ses tonu ile. İlk defa üzülmenin bana layık olmayacağını söyleyen biri. Milyonda bir bile değil, katrilyonda bir. Başımı kaldırıp hemen ona baktım, devam etti.
"İkimiz de kader ortağıyız. Madem ikimiz aynı anda yalnız kalmak istedik ama kalamadık o halde bu işte fifti fifti ortağız."
Bu fikir o kadar hoş gelmişti ki kulağıma. Uzun zamandır daha iyisini duymamıştım. Tüm yükü üzerime almaktansa paylaşmak... Bu çocuğu şimdiden sevdim! Rahatladım ama daha fazlasını diledim.
"Kader mi?" diye sordum, daha fazla açıklama yapmasını istiyordum. Belki bu beni daha mutlu yapar.
"Öyle. Belli ki senin benden, benim de senden alacaklarım var."
"Makul." dedim içimden. Belki o da dedi bilemiyorum. Gayet makul. Zaten kader denilen şey ancak böyle mükemmel olabilir. Her ne kadar benim canımdan başka vereceğim hiçbir şeyim olmasa da ona katıldım. Bence sözlerine katılmaya değecek birisi. Gülümsemedim ama içim bi mutlu oldu böyle. Şimdilik yarı yarıya payalaşmıştık hüznü. Ve bu benim için ilkti.
❄️
Aradan on beş dakika geçmişti ki dostlarım o yine sessiz kalamadı. Çocukta rahat duramama ya da rahat batma rahatsızlığı vardı. Her neyi varsa asla rahat duramıyor. İlla bir hareket, bir kıpırtı. Böyle nasıl desem, benim gibi hayattan kopmuş biri için tam felaket tellalı. Sanki içinde bir avuç kurt var da onu yerinde durdurmuyor.
"İsmin ne?"
Gözlerini kapatmıyordu artık. İfadesizce bana bakıyordu. Böyle, ne sevecen ne gıcık, dümdüz bakıyor işte. Hep kötülere rastladığım için mi bilmem bir art niyet bekliyorum ama yok, dümdüz bakıyor işte.
Elini dizinin üstünden sarkıtıp, başını da teleferiğin duvarına yasladığında daha da rahatlamış gibi göründü. Fakat bu pozisyonda da fazla kalamayacağını az çok tahmin edebiliyordum, siz de takdir edersiniz efendim. Mahsur kaldığımızdan beri en az on şekil değiştirdi ve artık çok az pozisyon kaldığı için endişeleniyorum. Yakında tavandan falan sarkabilir.
"Hayal," dedim sessizce. Bir isim için fazla boş ama benim ismim işte. Annem neden böyle bir isim vermiş bilmiyorum, sorma. Ben kendimi bilemeden ölmüş çünkü. Babamı hiç sorma zaten onu tanımıyorum. Duymadı ama ben yine de içinden birkaç açıklama yaptım. Kısa kısa konuşsak da içimdeki açıklama epey uzun oluyordu.
İsmimi söylerken tüylerim diken diken olmuştu. Hem hiç hayali olmayan biri için, fazla gereksiz bir isim. İsimler içini dolduramadıktan sonra ne işe yarar ki? Hüzünle iç çekip başımı yere eğmiştim ki seslendi.
"Güzel isim. Sana yakışmış."
Aniden başını kaldırıp ona baktım. Sevinesim de var ama kendimi de çok kaptırmamak için dalga geçiyorum.
Bana yakışmış mı, peh. "Dostum iç dünyamda ne kabuslar görüyom biliyon mu?" demedim tabii, sadece aptal gibi sırıttım. Bu ikinci iltifattı. Birinden iltifat almayalı ne kadar oldu ki?
"Senin ismin ne?" Cesarete bak sen. Hayal Mutlu birinin ismini soruyor. Çekindim de biraz ama o kibardı. Söyleyiverdi.
"Selim."
Selim. Selim güzel isim be. Hem söylenişi güzel hem de Selim ismindekiler genelde yakışıklı olur. Bakayım bu çocuk da yakışıklı mı?
Kaç dakikadır yüzüne bakmama rağmen ilk defa alıcı gözüyle baktım dostlar. Birkaç saniye bakmam yetti. Kesinlikle ama kesinlikle yakışıklıydı.
"Seninki de güzelmiş." dedim nihayet. Güldü. Niye güldü ki? Komik bir şey mi söyledim? Hayır komikse ben de güleyim yani.
"Ailede dört tane Selim varken, güzelliğinin farkına varamıyorum." dedi.
"Dört mü?" Şaşırmıştım. Tamam güzel isim de neden dört tane konur ki bir ailede?
"Osmanlı hanedanlığı gibiyiz," diye devam etti. "Birinci Selim, ikinci Selim, üçüncü... ah, her neyse."
Güldüm. Güldü. Güldük.
Meğer gülmek de yakışıyormuş. Her ne kadar dördüncü Selim olsa da bence Selim'lerin en tatlısı. Yani gülünce öyle geldi gözüme.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TELEFERİK
RomanceHayal ve Selim tek kişilik ücret ödedikleri teleferikte mahsur kaldıklarında planları alt üst olur. Kurtarma ekiplerinin tüm müdahalelerine rağmen uzun süre aşağı inemeyen ikili için yapılacak pek fazla bir şey yoktur. Yalnız işler ikisinin de umduğ...