Gece yarısına yaklaşan zamanda o kadar sıkılmıştık ki oyun oynamaya karar verdik dostlarım. Bu sefer ki biraz daha kolay olacaktı ama oyun eşiniz Selim gibi biriyse bu neredeyse imkansız oluyor ne yazık ki."Auuu uuu, auuuu uuu!"
"Kurt," dedim hevesle.
"Hayır," dedi pişkin pişkin gülerek.
"O zaman kurt köpeği,"
"Yine bilemedin." dedi en zafervari kahkahasını atarak. "Bilemedin işte bilemedin."
"Neymiş söyle hadi bilemedim." dedim pes ederek.
"Tabii ki kurt adam." dedi. Ve oyunu kazanmanın şerefine keyifli bir bağdaş kurdu.
"Ya bi git Selim ya. Ne kurt adamı? Hayvan sesi çıkarıyoruz, kurt adam hayvan mı? Nerede gördün uluduğunu falan?"
"Ne var kızım, sen de hiçbir şeyi beğenmiyorsun he. Boşuna kurt adam demiyoruz herhalde. Yarısı kurt değil mi bu yaratığın? Kurt da hayvan olduğuna göre. Doğal olarak yarı insan yarı kurt. Yani hem insan gibi konuşur hem kurt gibi ulur. Hem ayrıca..."
"Ah yeter. Daha fazla dinleyemeyeceğim. Sıra bende." deyip ayağa kalktım ve kollarımı sallayıp tek bacağımı bükerek kaldırdım.
"Flamingo," diye bağırdı.
Kahretsin hemencecik biliyor ya. Onunkiler saçma olduğu için ben bilemesem de o benimkileri şıp diye biliyor.
"Bildim değil mi? Flamingo değil mi?"
Yere vurarak gülerken çok eğleniyora benziyordu. Ben de tek bacağım havada aptala benziyordum.
Nefessiz kalana dek güldükten sonra üzerimdeki pembe kazağı işaret parmağı ile gösterdi ve "Hem de pembe flamingo," deyip kahkahaya devam etti. O kada çok gülüyordu ki yerde kıvranmaya başladı. Sonra nefessiz kaldığı için karnını falan tuttu.
Aman çok komik seni gidi çakma kurt.
Tüm bu kahkahayı somurtarak seyretsem de hemen şimdi bunca günden sonra açlık ve sefalete rağmen gülmekten ölürse diye korkuyordum. O kada çok gülüyor ki tam bir manyak.
"Kes kahkahayı kalk da yap taklidini. Bayılacaksın şimdi. Hadi sıra sende," dedim sinirle yerime otururken.
Ayağa kalkıp dans etmeye başladı. Az biraz daha kıvırsa düğünlerdeki dayılara benzeyecekti.
"Şu an tam olarak ne yapıyorsun?" dedim yüzümü buruşturarak.
"Taklit yapıyorum," dedi. Sonra da aynı şekilde kıvırmaya devam etti. Hayır bir şey değil öyle de güzel kıvırıyor ki karnındaki lahmacunun yeniden hamura döndüğüne yemin edebilirim ama kanıtlayamam.
"Ne biçim taklit bu böyle Selim ya? Hangi hayvan böyle dans eder? Valla yordun iki dakikada."
Dudaklarını toplayıp "Olmadı mı?" diye sordu.
Sonra da farklı bir şekilde dans etmeye başladı. "Bir de buna bak o zaman."İçimden "İnşallah bu çocuğun dansı ile teleferik kopup da yere düşmeyiz." diye geçirdim.
Nihayet durduğunda "Bitti mi?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak.
"Evet," dedi sonra da nefes nefese karşı koltuğa oturarak "Hangi hayvan olduğunu buldun mu?" diye sordu.
"Hayır bulamadım. Sen söyle, neymiş."
"Bu kadar basit bir şeyi bilemediğine inanmıyorum," dedi. "Ne olacak, tabii ki bukalemun."
"Ney?"
"Bukalemun, bukalemun. Hiç duymadın mı?"
"Ya sen saf mısın? Bukalemun bırak dans etmeyi, doğru dürüst hareket bile etmiyor. Kafayı mı yedin?"
"Hayır bu bukalemun diğerlerinden farklı. Kendine eş bulmuş ve kur dansı yapıyor. O yüzden o şekildeydi."
"Yeter be!" diye bağırıp bir çırpıda karşı koltuğa fırladım ve Allah ne verdiyse dostlarım.
"Ya ne yapıyorsun kızım? Vurmasana. Hayal dur bir saniye, açıklayabilirim bak."
"Kes, konuşma! Yeter senin yaptıkların. Yok kurt değil kurt adammış, yok kur dansıymış. İmtihan mısın ulen bana?"
Bir anda ciddileşti ve "Ulen mi? Hangi kız ulenli, menli konuşur?" diye sordu sonra da yüzüne yeniden muzır bir gülümseme yerleştirerek "Sana biraz kur dansı yapayım mı?" diye sordu.
Şak!
"Yeter! Acıyor. Vurmasana kızım. Bak ikimiz birlikte düşeriz bu teleferikten. Hayal elin ağır bak, vurma! Ulan bukalemun, burdan çıkınca ben sana sorarım kur dansı yapmayı."
O gece iyi tokatladım Selim'i. Hayır bir şey değil hayvanları taklit ederek bulma oyunumuz Selim'in saçmalıklarıyla mahvolmuştu. Garip olan söylediği her şeyde haklılık payının olmasıydı.
❄️
Selim dayaklardan sonra ben de sinir krizlerinden sonra uyuya kalmıştık dostlarım. İrkilerek uyandığımda sallandığımızı hissettim. Sonra, sallantının dışında başka bir his daha! Parmak aralarımdan geçen Selim'in parmakları. Ne zaman böyle el ele tutuşmuştuk?
Başı omzumda olduğu için hareket edemedim. Öylesine derin uyuyordu ki, uyandırmaya da kıyamadım. Çok hareket etmeden elimi kavrayan güzel eline baktım. Sıcacıktı. Benim soğuk ellerime kıyasla, onun elleri, sıcacıktı. Hissettiğim sıcaklık dudağımda tatlı bir gülümseme ve içime huzur dolu bir ürperti verdi. Sonra bu eli ölene dek tutma gibi uçuk bir his daha filizlendi yüreğimde. Öylesine uçuk, öylesine kaçık bir his ki bu, eğer büyümesine izin verirsem, canı yanan ben olacaktım. Yine de engel olmadım. İstedim o gece. Bu eli sonsuza dek tutmayı istedim. Bu bal rengi saçların hep bana bu kadar yakın olmasını istedim. Asla uzaklaşmasın ve hep gözümün önünde olsun.
Teleferik hâlâ sallanıyordu. Tamir ekibi bizi kurtarmanın bir yolunu bulmuş olmalılardı. İlk defa bu kadar sallanıyordu kabin. Biraz korkutucu gelse de asıl korkunç olan bu güzel anların sona erecek olmasıydı.
İçimi öyle bir acı sardı ki dostlar, hiçbir kelime ile ifade edemem. Bu acı, Melis'in ismini ilk duyduğum zamanki acıdan daha derindi. Belki de şu zamana kadar sadece oyun oynuyordum. Selim, benim düşündüğümden daha çok işlemişti yüreğime. Belki de sadece kendimi kandırıyordum, bırakır giderim diyordum. Ama şimdi... şimdi bu sıcak ellerin sahibiymişim gibi hissedince, böyle bir hissi bir kere daha, bir kere daha ve sürekli yaşamak isteyeceğimi düşündüm. Sürekli parmakları parmak aralarımdan geçsin isteyebilirdim. Bunu isteyeceğimi adım gibi biliyordum. Şayet hiş dokunmamış olsaydım belki de unutmak daha kolay olurdu ama insan bu sıcaklığı bir kere hissettikten sonra unutmak neredeyse ölüm kadar acı veriyor.
İçime yerleşen acı öylesine derin, öylesine yakıcıydı ki, gözlerimden yaş getirdi dostlarım. Hani soğan doğrarsın da gözlerinden yaş gelir ya, hah işte öyle bir acı. Ama böyle çok acı bir soğan olacak ki tıpkı benim yandığı gibi burnunu ve boğazını da yakacak. Sanki biri içimde bir çuval soğanı doğramış da, acısı gözlerimden çıkıyor gibiydi. Öyle kolayca akıyor yaşlarım. Öyle izin vermiş göz pınarlarım akmasına.
Etkileniyorum.
Huzur buluyorum.
Mutlu oluyorum.
Hissettiğim bu duygular yine dizginleyemeyeceğim bir hal almıştı. Bir önceki etkilenmemde iç sesime danışmış ve aldığımız ortak karar ile, Selim'den uzaklaşmıştım. Ama şimdi, bunu yapmayacağım. Yapamayacağım. Bazı şeylere engel olamazsınız. Su gibi önüne ne kadar engel koyarsanız koyun o etrafından dolanıp yine gitmesi gereken yere gider. O yüzden iç sesimin bile beni durdurabileceğini sanmıyorum artık. Çünkü bir işte kalp devreye girdi mi dostlar, iç ses, dış ses duyulmaz olur. Sadece nabız sesi işitilir. Boğazında atar insanın. Öyle ki yutkunduğunda bile hissedersin varlığını.
Artık serbest bırakmalıyım dostlarım. Engel olamıyorsam, isim vermeliyim. Ben de öyle yaptım ve boşta kalan elimle göz yaşlarımı silerek, başımı onun başına yaslayıp, elini daha sıkı tutarak, uyumaya devam ettim. Belki, uzakta bir yerlerde bizim resmimizi çeken birleri vardır. Beni ondan ayrı görmesinler. Ben de başımı başına yaslayayım da araya hiçbir şey giremesin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TELEFERİK
RomanceHayal ve Selim tek kişilik ücret ödedikleri teleferikte mahsur kaldıklarında planları alt üst olur. Kurtarma ekiplerinin tüm müdahalelerine rağmen uzun süre aşağı inemeyen ikili için yapılacak pek fazla bir şey yoktur. Yalnız işler ikisinin de umduğ...