Geri dönerken dans etmekten nasıl vakit geçtiğini anlamamıştım. Kıyıya yaklaşırken Aslı ile çekildiğimiz fotoğrafı hikayeme, Barış ve Ege'nin editlediği fotoğrafı da normal olarak atmıştım instagrama. Ardından şarjı biten telefonumu çantanın derinliklerine gönderdim. Marina yerine iskeleye yanaşmıştı Barış. Çarşıda sergileri dolaşmaya başlamıştık. Dördümüz aynı bilekliği almıştık. Ardından da Ege kelebekli kolye görünce "a bak kolyeye" dedi. Aslı kendine terlik seçmekle meşguldü arkada. Barış da başında bekliyordu.
Ege'ye dönüp gösterdiği kolyeye baktım. "Kelebeğe karşı ilgin nerden geliyor?" Diye sordum.
"Bunu alıyorum" diyip parayı uzattı. Kolyeyi boynuma takıp "Yakıştı" dedi.
"Soruma hala yanıt vermedin" diyince "çünkü hayat bir kelebeğin ömrü kadardır. Bir melek yada klasik kar tanesi, sonsuzluk işaretine göre çok daha anlamlı" diyip ilerlemeye başladı. Aslı'lar da bize yetişti. Barış bize dondurma sipariş etmişti. Yorulduğumuz için içeri girip klimalı yerde yemiştik dondurmamızı.
Akşam olmuş hava kararmıştı. Artık dönme zamanı yaklaşıyordu. Ortamı ve konuştuğumuz konuları sevmiştim. Filmlerden açılan konu ünlülere ardından da eğitim sistemine kaymıştı. Geçişler bıçak keser gibi değildi, konu konuyu açıyordu.
"Hadi taksi çağıralım" dedi Ege aniden ayağa kalkıp. Arabalar marinada kalmıştı çünkü. Ve buradan on beş dakika kadar uzaklıktaydı. Kimsede yürüyecek hal kalmamıştı. Bacak kaslarım ağrıyordu.
Ege yol kenarındaki taksi çağırma butonuna bastığında herkes oturduğu yerden kalktı. Hep birlikte gelen taksiye bindik.Marinaya gelince de Ege'yle onların yanından ayrıldık. Çok güzel bir gün geçirmiştim ve yattığım yeri beğenecektim bugün.
"Ege belki de bu kolyeyi annene falan hediye etmelisin" dedim."O altından başka takı takmıyor. Alerjisi var" dedi gözünü yoldan ayırmadan. Eve yaklaştığımız için sevinmiştim. Arabadan inip "teşekkür ederim" dedim gülümseyip. "Çok güzel vakit geçirdim" dediğimde "sevindim" diyip el salladı.
Odama çıkar çıkmaz duşa girdim. Teknede de üzerime su tutmuştum ama hala saçlarımın içinde tuz olduğunu hissedebiliyordum.
Saçlarımı tarayıp kurutmadan yatağa attım kendimi. Ve belimin ağrıdığını yeni hissetmeye başladım. Çok yorulmuştum. Saatin daha on buçuk olmasına rağmen uyuyacaktım.
Sabah uyandığımda direk üzerimi değiştirip kahvaltı yapmaya indim. Ev böyle boş olunca ne kadar da güzel oluyordu. Karışan yoktu, laf sokan yoktu. Sinir bozan hiçbir şey yoktu. Burak, Asya ve ben mutfakta kahvaltı yaptıktan sonra çantamı almak için yukarı çıktım.
Aşağıya inerken "Burak hadi çıkalım" diye seslendim. Piyano kursuna biraz olsun erken gidip çalışmak istiyordum. Belki Atlas hocayla da geçen gün konuşamadığımız meseleyi konuşmak için fırsat yakalardım. Pek zannetmesem de belki bir ihtimal diye düşündüm.
"Erken değil mi daha?" Diye sordu merdivenleri çıkarken.
"Olsun, evde yapcak bir şey yok zaten" dedim kapıya doğru ilerlerken.
"Tabii uğraşacak birileri kalmayınca ev oldukça sıkıcı bir yer oldu" diye mırıldanınca "tabii benim uğraşacağım birileri olmadığı için sana da benimle uğraşmak için gün doğdu" dediğimde güneş gözlüğünü takmakla meşguldü.
"Maalesef, buyrun Hüzzam hanım" diyip kapıyı benden önce davranıp açtı.
"Artist" diye mırıldandım onun bu haline.
Telefon elimde dolaşırken Atlas hocanın fotoğrafımı beğenip beğenmediğine bakıyordum.
"Beğenmemiş mi?" Diyince Burak ona doğru baktım.