Ders başlayana kadar hızlıca otoparka gidip Burak'a bakındım. İçimde büyük bir korku vardı. Atlas'a kesinlikle o amaçla yaklaşmıyordum ama benim bu belgenin ne olduğunu Yiğit ile kesinlikle paylaşmam gerekiyordu.
"Burak ben yapamayacağım" dedim arabaya biner binmez.
"Hüzzam, ne oldu?" dedi sakince.
"Yok, yok. Ben yapamam bunu. Atlas'ı satamam ben" dedim.
"Dur, önce derin derin nefes al bakalım" dedi.
"Ya ben ona daha yakın bile olamıyorum. Aradaki mesafeyi aşamam" Dedim. Mısra ile çalışırlarken görünce de kıskanmıştım. Birbirlerine bakıp gülmüşlerdi bir de. "Ben bu işi yapamam, ben onu satamam." Dedim.
"Hüzzam, sen sadece birazcık zaman kazanmaya çalış. Birazcık oyalan. Olur mu? Ben bu işi çözmeye çalışıyorum zaten" dedi.
"Ya nasıl çözüceksin? Yok işte kurtulamıyorum. Annemlerle tehdit edilmek çok korkutuyor beni" dedim.
"Annenlere zarar gelmeyecek. Çözmeye çalışıyorum diyorum. Biraz güvenir misin bana?" Dedi. Gözlerimi ondan çekip güvenmekten başka çaremin olmadığını fark ettim. Ya da umdum ki Yiğit ona göstereceğim fotoğraf ile Fırat'ın pimini çeksin.
"Bu arada Burak, telefonu düşürdüm ben. Kırıldı" dedim ekranını ona gösterip.
Eline alıp oynatarak ekrana yansıyan uygun ışığı bulmaya çalıştı. Doğru açıyı yakalayınca ekrandaki çatlaklığı inceledi.
"Derinden gitmiş. İçinde bir şey yoktur zaten. Dersin bitmeden gider alır gelirim" dedi.
"Tamam. Teşekkür ederim. O bende kalsın her ihtimale karşı" diyip elinden almıştım ki telefonu. "Atlas geliyor buraya doğru. " dedi Burak.
Atlas'ın nerden geldiğine baktım. Gerçekten geliyordu. Kapıyı açıp aşağıya indim. Ben inince duraksadı. Elinde not defterim vardı. Muhtemelen gideceğim diye düşünüp not defterimi getirmişti.
"Al. Odamda kalmış." Diyip uzattı. Alıp çantama attığım gibi yürümeye devam ettim. Atlas da arkamdan gelmeye başlamıştı. Kursun bahçesine girdiğim anda "hocam ben Yiğit ile görüşmeye gidebilir miyim? Derse girmesem" Dediğim anda kaşları çatıldı.
"Yiğit?" Derken dudaklarını ısırıp başını yan eğmişti.
"Arkadaşınız Yiğit. Burak telefon almaya gidecek. Ben de o sırada eğer Yiğit müsaitse görüşebilir miyim? Rica etsem sorabilir misiniz?" Diyince durdu.
"Müsait olacağını sanmıyorum da hayırdır?" Diye sordu.
"Fırat ile ilgili konuşacağım" dedim.
"Yani orası Allah'ın emri de artık beni atlayıp direk Yiğit'e mi anlatacaksın?" diyip göz kırptı. Elimi boynuma attım sıkıntıyla. Cevap versem ne diyecektim? Bir şeyler düşünmeye zorladım kendimi. Zaman geçiyordu ve cevap bekliyordu.
"Peki, tamam. Neler oluyor anlatmak ister misin?" Diye sordu ben cevapsız kalınca.
"Sormayın" dedim gözlerinin içine bakıp.
"Buna da tamam" diyip ellerini beline koyup kurs binasına çevirdi başını.
"Yiğit ile görüşmen çok mu acil ve önemli peki?" Diye sordu. Tekrar gözlerini gözlerime doğru çevirince maviliklerine kilitlendim. Göz bebeğinin etrafı yeşildi. Ben böyle bir güzellik daha önce görmemiştim. Bir an kendime gelip "şey evet. Gerçekten çok önemli" dedim.
"Ders çıkışında götüreyim seni. Herhalde bir beş on dakikasını ayırır programından feragat edip" dedi.
"Burak şimdi gider ama. O gitmeden gidip gelmem lazım" dediğimde "benimleyken takip etmiyor zaten seni. Sorun yok yani" dedi. Atlas ile gidersem ona da anlatmak zorunda kalırdım. O karışsın istemiyordum.