Radardan sonra çarpışan arabaya binmiştik. Sürekli bana çarpıyor, ikide bir sarsılan ben oluyordum.
"Gel" diyip elimden tuttu. Kahkaha atmaktan ve bağırmaktan boğazım acımaya başlamıştı."Abi sen ayarla, dönme dolaba geçelim" dedi Atlas. Bu sefer üçümüz dönme dolaba gelmiştik.
Adam biz oturunca çalıştırmaya başladı.Atlas aniden ellerimden tutup "birazdan durcak, eğer korkarsan söyle, devam ettirteyim" dedi.
"Hayır korkmam da, neden durcak?" Diye sordum. Kalbim ağzımda atıyordu.
Baş parmaklarıyla elimin üzerini okşarken gülümsedi. "Yalnız kalabileceğimiz ve kimsenin olmadığına emin olduğum tek yer. Ayrıca şehrin kuşbakışı üç yüz altmış derece gözüken tek yeri" dediğinde "manzara izlemeye geldik yani" Dedim şaşkınlıkla.
"Evet" diyip ellerimi bıraktığında en tepede durmuştuk gerçekten de. Hareket etmiyorduk artık ve şehrin ışıkları harika gözüküyordu. Bütün o yaşam kargaşasından uzaktaydık.
"Bileğini uzatsana" diyince uzattım. Cebinden çıkardığı gümüş renkli bilekliği taktığında kendime yaklaştırıp inceledim. Çok zarif bir zincirin ortasında parlak taştan bir nota vardı.
"Ama bu çok güzel" dedim. "De, nerden çıktı ki bu hediye şimdi?" Diye sordum hemen ardından.
"İçimden geldi." Diyince gülümseyip bilekliği inceledim. "Teşekkür ederim" diye mırıldandım.
Cebinden çıkardığı telefonun flashını açıp kapattı iki kez. Sonra hareket etmeye başlamıştık.
"Bunu çıkartalım" dedi diğer bileğimi tutup.
"Kalsın" dedim. "Çünkü o da hediye" dedim.
"Biliyorum, Ege'den. Söylemiştin zaten önceden" Diyip çıkarmak için bileğimi döndürdü. "Özel olduğunun farkındayım. Arada takarsın, kutusunda dikkatlice saklarsın. Her zaman taktığın bilekliğin sadece benimkisi olsun. Bu onun aldığı hediyeyi değersiz yapmaz" dedi.
"Tamam" diyip bileğimi biraz daha uzattım ona doğru. Çıkardığı bilekliği kot pantolonunun cebine attı. Umarım orda kopmazdı. Aşağıya indiğimizde adam ortadan yok olmuştu. Atlas hala ikide bir saatine bakıyordu. Trafikte baktığı gibi.
"Bir yere mi gitmen gerek?" Diye sordum.
"Gitmemiz" dedi.
"Şimdi nereye gideceğiz?" Diye sordum.
"Sana birazcık emrivaki yapacağım ama" dedi lunaparkın demir kapısını açıp geçmem için beklerken.
"Ne emrivakisi" dedim merakla.
"Seni ailemle tanıştıracağım" dedi belime dokunup bana yetişince. Aile mi?
"Ne? Ailenle mi?" Dedim duyar duymaz. Onun ailesi yoktu ki. Böyle bir şaşkınlığı düzeltmem gerekiyordu. Bedenimi büyük bir heyecan sarmıştı. Arabaya binerken "Atlas beni ne diye tanıtacaksın ki? Hem ben girişken değilim öyle. Beceremem bu işleri" Dedim. Ailesinin olmadığına değil de sanki tanıştırmaya şaşırmış gibi davranmıştım. Az önce cevap da vermemişti acaba gücenmiş miydi?"Merak etme, hepsi çok girişkendir. Konuşurlar seninle. Canın hiç sıkılmaz.Dedemin doğum gününü kutlayacağız. Herkes orda olcak" dedi.
"Ama bu daha kötü" dedim sızlanarak. Gerilmiştim. Sıcak basmıştı.
"Sakin ol, yemeyecekler ya seni. Sadece beni büyüten kişilerle tanışacaksın. Ben sana yardımcı olacağım konuşma konusunda. " dedi. Nedense bu dediği beni yatıştırmaya yetmemişti.