Kapı çalınca "gel" diye seslendim. İçeriye giren Zehra'yı görünce "akşam piyano kursundan arkadaşlarımla buluşacağız. Yarışmaya katılacaklar ve çok az zamanları kaldı." Dedim. Akşam hiç dışarı çıkmadığım için ne tepki vereceğini merak ediyordum doğrusu.
"Moral gecesi yani" diyince başımı salladım. Yatağıma oturup "Peki neden yere oturup suratını asmış bir şekilde aynadan kendine bakıyorsun?" Diye sordu.
Ayağa kalkıp fikrini sormak için "Sence de çok sıradan değil mi?" Diye sordum.
"Nereye gideceksiniz ki?" Diye sordu tek kaşını kaldırıp. Cep telefonumdan mesajı açıp yerin adına baktım. Zaten beni Burak götürdüğü için yeri bilmiyor olmam umrumda olmamıştı.
"Power Tower'a" dedim.
"Hım" gibi bir ses çıkardı.
"Nasıl bir yer bilmiyorum" diye mırıldandım.
"Bar kafe" dedi. "Belki de benden bir şeyler bakmalıyız. Şort üzerine kısa kollu tişört giysen ve bir çok takı ile gayet hoş bir görüntü elde edebiliriz." Dedi. "Bekle" diyip odadan çıktı. En azından içime sinmeyen bu elbiseyle gitmeyecektim.
"İşte bunları dene bakalım. Ben de senin için takı seçeyim." Diyip tekrar odadan çıktı. Kot şortu ve koyu gri tşörtü giydim. Rock müzik dinleyen kumsallarda çekildiğim fotoğraflarla instagramı doldurmuş bir tipe bürünmüş gibiydim. Ama gayet de kendime yakıştırmıştım. Kapı tekrar çalınca "gel" diye seslendim.
"kolyeyi ve bu bileklikleri de takarsan" diyip bileklikleri bileğime taktı. Kolyeyi de taktığımda aynaya baktım. Şimdi biraz olsun gündelik formumdan sıyrılmıştım.
"Teşekkür ederim. Şimdi kendimi daha iyi hissediyorum. Çok geç olmadan gelirim" diyip çantamı aldığım gibi aşağıya indim. Fırat ile karşılaşınca evin kapısını açtığımda "merhaba." Dedim.
"Nereye böyle?" Diye sordu. Cehenneme gelecek misin? Demek vardı da...
"Kurstaki arkadaşlarımla buluşacağım. Toplu olarak" diye de devam ettim sözlerime.
"İyi bakalım geç kalma" dedi. Bahçeyi dolaşıp Burak'ı aradım. Nihayet onu banka oturmuş sigara içerken bulmuştum.
"Beni Power Tower'a götürmen lazım" dedim. Sigarasını yere atıp ayağıyla söndürdükten sonra ayağa kalktı. Arabaya bindiğimizde bahçeden çıkar çıkmaz müzik açtı.
"Vay be Fırat bey kızının bara gitmesine izin verdi demek" diyince "kızı değilim ben" dedim sinirle. Bir anda kan beynime sıçramıştı.
"Pardon" diyip gülümsedi.
"Komik değil" diyip camı sonuna kadar açtım. Yüzündeki gülümseme kaybolunca etrafa bakmaya devam ettim. Şarkının sesini arttırıp ona doğru baktım. Hadi dosyayı sor. Hadi. Ona bir şekilde kendini bana yakın hissettirmem lazımdı. Bunun için de başımı belaya sokmaya devam edecektim. Fırsatını bulur bulmaz. Arabadan inip içeriye girdim.
Işıklı girişi gerçekten adını taşıyordu. Kule gibi yuvarlak binaya girebilmem için döne döne merdivenleri çıkmıştım. Bildiğin kafeydi. Sadece masalarda içki çoğunluktaydı. Kapıda duran kıza yönelip "grup olarak gelenler nerede?" Diye sordum.
"Grup olarak gelen yok bu akşam. Ama siz kimin misafiri olarak geldiğinizi söylerseniz" diyince gözüm listedeki isme takıldı. Atlas ismini görünce "on birinci masa" dedim.
"Tam köşedeki masa. Pencere kenarı" diyip benimle yarı yola kadar eşlik etmişti ki masada oturanın sadece Atlas hoca olduğunu gördüm.
"Doğru sanmışım" dedim onun bana baktığını fark eder etmez.
"Sadece sonradan onlara katılacağız diyelim" diyip gülümsedi. Elini uzatınca tokalaştım. Ama o beni kendine doğru çekince yanaklarımızı da değirmiştik birbirimize.