Burak beni kendine çektiği anda o ses yine kulaklarımı doldurdu. Dengemi ona tek elimle tutunarak sağlarken yüzündeki ifade bütün vücudumu uyuşturdu.
Burak ile göz göze geldiğimizde ikimiz de aynı şeyi hissediyorduk. Korku...Acı...
Ölüme ilk defa bu kadar çok yaklaşmıştım. Teğet geçmesinin tek sebebi Burak'tı.Zamanın durması... Bunun ne demek olduğunu şuan yaşıyordum. Bu gözleri asla unutmayacaktım. Bakışlar zihnimin en derinliklerinde benimle sonsuza kadar yaşayacaktı. Dünya durmuştu, etraftaki her şey bulanıktı. Duymuyordum, hissetmiyordum. Sadece görüyordum. O bakışı görüyordum. Evet, belki saniyeler geçiyordu sadece. Ama ben bir ömrümü bu gözlere bırakmıştım.
"Hüzzam" diyince Burak gerçek dünyaya döndüm. Sanki sesimi duymam ile beynimde bir patlama olmuştu.
"Hüzzam bana bak" diyerek yüzümü avuçlarının arasına almıştı Burak ama ben hala onun buram buram korku akan gözlerini izliyordum. Düşünme yetimi kaybetmiştim."Sadece sıyırdı, anladın mı beni? Sadece sıyırdı" dedi. Panik yapmıyordu, elleri yüzümden belime kaymıştı. Nasıl hareket etmesi gerektiğini biliyordu.
"Hüzzam, kendinde misin?" Diye sorduğunda gözlerim yavaş yavaş acıyı hissetmeye başladığım belime doğru kaydı. Aslında belim de diyemezdim. Kaburga kemiğimin bitti yerdeydi. Kolumun altına denk geliyordu. İlk başta benden bulaştığını düşündüğüm Burak'ın gömleğindeki kanın, ona ait olduğunu fark etmem hiç zamanımı almadı. Gömleği delinmişti.
O hareket ettikçe gömlekteki leke de genişliyordu.Titremeye başlamıştım. Gözlerim karıncalanmıştı. Sanki şuan rüyada gibiydim. Gerçek olacağını düşünmek istemeyecek kadar korkmuştum.
Sesim titreyerek "Burak, sen." Diyebildim sadece. Sesim kısılmış ağlıyordum onun yarasına bakarak."Bırak beni şimdi, sen iyi misin?" Diyip yan tarafıma baskı yapmaya başladı. Acıyı yavaş yavaş hissetmeye başlıyordum.
"Kurşun sadece sıyırdı. Korkmana gerek yok. Tamam mı? Hiçbir şeyin yok" dedi Burak. Boncuk boncuk terlemişti. Beni sakinleştirmeye çalışıyordu.
"Ver bunu bana" Dedi Alihan tek elimle zorla tuttuğum köpeği elimden alıp. Ne ara arabadan inip geldiğini fark etmemiştim bile. Aslında silah sesini duyalı sadece bir kaç saniye geçmişti ama bana bu zamanın dakikalarca sürdüğünü, Burak'ın verdiği tepkilerin oldukça uzun bir süreç içerdiğine yemin edebilirdim.
Fırat'ın gerçekten beni öldürebileceğine ihtimal bile vermezdim. Alihan köpeği yere bırakırken, Zehra da yanımıza gelmişti.
"Hüzzam iyi misin?" Diye sordu. Galiba ordan bakıldığında iyi gibi gözüküyordum. Vurulmuş birisine sorduğu soru bu muydu? Çok da umrundaymış gibi.
"Hüzzam yaranı dikememiz lazım" dedi Burak.
"Neden beni düşünüyorsun şuan, kendine baksana çok kötü kanıyor" dedim ağlamamın arasından zorla. Ona bir şey olursa napardım ben?
"Gömlek diye kan hızlı yayılıyor yok bir şeyim" diyip kolumdan tuttu. "Yürüyebilir misin?" Diye sordu.
"Boris'in de veterinere gitmesi lazım. Önce onu götüreceğim" dedim.
"Onu ben götürürüm. Burak sen hallet. Bir yardım gerekirse ara. Zehra hanım siz de uzak durun biraz lütfen, sakinleşsin" dedi Alihan.
Burak beni çekiştirince mecbur ilerledim. Fırat önüme geçip "hala korkmuyor musun?" Diye sordu. Neredeyse zangır zangır titriyordum karşısında.
"O kartı Atlas'tan bir an önce bulup getiriyorsun. Yoksa o kurşun aileni de sıyırıp mı geçer yoksa canlarına mı değer sen hayal et" diyip önümden geçip gitti. Ailem aklıma gelince içimi kötü bir his kapladı. Bu korkunun tarifi yoktu. Ailemin canı ile tehdit edildiğimde bir yanım hep yapmaz diyorken vurulmak bana acımasızlığı çok iyi bir şekilde ifade etmişti.