Gece yarısı olmasına rağmen gözümde bir damla uyku yoktu. Nefes aldıkça yanan ciğerlerim bana büyük bir acı çektiriyordu. İçim paramparçaydı. Kendimi yalnız hissediyordum. Sanki bir daha kimseye güvenemeyecekmiş gibi. En sevdiklerim bile büyük bir oyun içindeydi. Yataktan doğrulup aşağıya indim. Sarmancıoğullarının malikanesi karanlığa bürünmüş, gecenin sessizliğine kucak açmıştı. Merdivenlerden indiğimde bodrum katında hala hareket olduğunu fark ettim. Çalışanlardan birisi hala uyanıktı anlaşılan. Merdivenleri yavaş yavaş inip ışığı yanan mutfağa doğru ilerledim. Başımı hafifçe kapının kenarına yaklaştırıp içeriye göz attım.
Burak'tı bu. Elinde sigarası vardı. Masa oturmuş öylece telefonda bir şeylere bakıyordu. İyice yoğunlaşması önemli bir şeylere baktığını gösteriyor gibiydi.
"Anlaşılan bu saatte tek uykusu kaçan ben değilim" dediğimde yüreğim ağzıma geldi. Beni arkası dönük otururken nasıl fark etmiş olabilirdi ki?Ah... pencereler... "sende de ne göz varmış." Diyip içeriye girdim. Madem yakalanmıştım, içeri girmeliydim.
"Öyle olması gerek. Bu da benim mesleğim" dedi. Hala gözü telefondaydı. Ben yokmuşum gibi davranıyordu.
"Neden Fırat ile çalışıyorsun?" Diye sordum.
Aniden başını kaldırıp bana baktı. "Senin gibi güzel birisine korumalık yapmayı teklif ettiklerinde bu fırsatı kaçırmamalıyım dedim." Diyip hafifçe gülümsedi. Belli belirsiz gülüşünü bozup telefona gömüldüğünde gözlerimi kısmış ona bakıyordum.
"Bana biraz kendinden bahsetsene" dedim ve sonrasında kendimden utandım. Bu soru tam bir flört sorusuydu. İçimden sövmeye başladım.
"Neyi merak ediyorsun?"Diye sorduğunda ayağa kalkıp buz dolabına yöneldim. Bir şeyler içmek istiyordum. Soğuk bir şeyler.
"Ailen var mı?"Diye sordum.
"Tabii ki var." Dedi.
Buzdolabının kapağını açıp ne var ne yok gözlerimle taramaya başladım. "Nerde oturuyorlar? Kardeşin var mı?" Diye sordum.
"Abim var çok görüşemiyoruz. Ben burda tek başıma yaşıyorum" dediğimde gözüme takılan pastayı çıkarttım.
"Sen de ister misin?" Diye sorarken yanına da elmalı soda çıkartıyordum.
"Bu saatte pek tercihim değil" dediğinde alaylı bir ifadeyle gülümsedim ve "sağlığına böyle dikkat eden birisinin sigara içmesi de garip" dedim.
"Maalesef sıkıntıdan" dediğinde "belli halinden. Telefona gömülmüş kaşlarını da çatmışsın." Dedim ve tabak ve bardağı alıp masaya geri oturdum.
Telefonu kilitleyip cebine atıp gülümsedi. "Tadı çok mu güzel? Pek bir iştahla yiyorsun" dedi.
"Evet denemek ister misin?Bir lokmadan bir şey olmaz" dediğimde "ver bakalım" diyip çenesini bana doğru uzatınca kendi çatalımla verip vermeme konusunda kararsız kaldım. Ben böyle şeyleri sorun etmezdim ama o da benim çatalımdan istiyor gibiydi. Kararsız bir halde çatalla pastadan bir parça alıp ona uzattım. Ağzını kapatınca çatalı çektim. Neyse ki doğru anlamıştım.
"Hadi artık odana git" diye söylendi ve bir sigara daha yaktı.
"Uyuyamıyorum." Diye mırıldanırken Burak'ın telefonu çalmaya başladı. "İzninle" diyip ağzına sigarayı götürüp ellerini bıraktı. Sadece ağzıyla tutmaya çalıştığı sigara ile oldukça sexi gözüktüğünü söylemeden geçemezdim. Sandalyede hafifçe kayıp bir eliyle cebini, diğer eliyle de telefonu tutup cebinden çıkardı.
"Efendim?" Diyip ağzındaki sigarayı çıkardı.
"Şimdi mi? Oğlum iki saat sonra mekan kapanır zaten"dedi kolundaki saatine bakarken.
Dikkatlice onu dinliyordum. Ve bir yandan da pasta tabağında kalan kremşantiye çatalla desen çiziyordum.
"İyi tamam geliyorum."Diyip telefonu kapatınca istemsiz olarak "Nereye?" Diye sordum.
"Bir arkadaş çağırdı." Diyip sigarasını kül tabağına bıraktı. Onu ilk defa sigara içerken görüyordum.
"Beni de dışarı çıkartabilir misin?" Diye sordum heyecanla. Biraz deniz havası alıp şehrin ışıkları izlemek istiyordum. Bu her zaman bana iyi geliyordu.
"Asla olmaz. Şimdi odana git" diye emir verirken masadan kalkıyordu.
"Lütfen" diye mırıldanırken arkasından gidiyordum.
"Hüzzam böyle bir şeyi hayatta yapamam." Diyip mutfaktan çıktı. Ben de merdivenlerden yukarıya çıkıp odama geçtim. Kendimi yatağa atıp acının vücudumu tekrar sarmasına izin verdim.