Gece, Burak ile olan konuşmalarımızı düşünüp durdum. Şu anda da tavana bakıp hala bunları düşünüyordum. Sanki bana yardım etmek istiyor ama onu tutan bir şey var gibiydi.
Ayaklanıp odasına doğru ilerledim. Kapısını büyük bir tedirginlikle açıp içeri girdim. Gözlerini hemen açmıştı.
"Uyanık mısın?" Diye sordum sessizce. Ama bu katta zaten kalan yoktu ve niye kısık sesle konuştuğuma anlam verememiştim.
"Henüz uyumadım" dedi. Yattığı yerden doğrulup "ne oldu? Bir sorun mu var?" Diye sordu. Yanına oturunca direk elini alnıma koymuştu.
"Hasta değilim" dedim. Ama ağlamaya başlamıştım.
"Hey" diyip üzerindeki yorganı tamamen kenara çekti.
"Ne oldu?" Diye sordu. Saçlarımı yüzümden çekip geriye doğru attırdı.
"Kendimi tutuyorken niye benimle gelip konuştun ki?" Diye isyan ettim.
"Özür dilerim. Etkileneceğini bilemedim" dedi. Bana sarılınca boynuna gömdüm yüzümü. Sonra kendimi geri çekip, kucağına uzandım. Uyku bastırsa da uzaklaşmak istememiştim yanından.
"Beni her zaman koruyacak mısın?" Diye sordum.
"Bu nasıl bir soru?" Diye çıkıştı ama ben yine de sormaya devam ettim.
"Görevin bir gün bitse bile mi?"
"Her zaman korumaya çalışacağım" diyince içimi huzur kapladı. Öylece uyuyakalmıştım ama sabah gözlerimi açtığımda odamdaydım.
Dün gecenin bir rüyadan ibaret olmadığını bilecek kadar bilinçli gitmiştim odasına. Ve kucağında onun sıcaklığını hissederek uyumuştum. Başımı okşadığını da hissetmiştim.
Sabah yine keman sesleri ile doğmuştu eve. Yataktan kalkıp aşağıya inerken Burak da odasından çıkıyordu. Her gün bu takım elbiseyi jilet gibi ütülemekten nasıl bıkmıyordu şaşırıyordum.
"Günaydın" dediğinde merdivenin son basamağından ayağım kaydı. Bana doğru uzandığı için, destek alarak kendimi son anda kurtarmıştım.
"Günaydın" dedim ben de. Düşünüyordum da böyle sakarlıkları gün içinde çok yapıyordum.
Kahvaltı yapıp, Burak'ı bekletmemek için odama giyinmeye çıktım. Spor kıyafetleri ile kahvaltı yapmama izin yoktu o yüzden her sabah bu işkenceyi çekiyordum.
Her zamanki gibi çiftliğin koru kısmında yürüyüşe ve ardından da koşuya başladık.
Yorulduğumu anladığında temposunu yavaşlatıyordu ve biraz daha yürüdükten sonra bir kaç spor hareketi yaptırıyordu.Biraz açıklığa geçmek için ağaçların arasından geçerken dalları benim için tutmuştu. Bunu her gün benim için yapıyordu.
Onun gösterdiği hareketleri yaptıktan sonra eve doğru ilerledik. Sıcak bir duş tam da istediğim şeydi şu anda. Ama atış çalışacaktık daha.
Burak'ın telefonu çalmaya başlayınca arkamda kalmıştı ama onu gayet net duyabiliyordum.
"Efendim Fırat Bey" dediğini duydum. Sonra da "tamam geliriz" dediğini de.
"Hüzzam, duş aldıktan sonra hazırlan, yemeğe gideceğiz. Şık bir şeyler giyersin." Dedi.
"Şık bir şey derken? Ne kadar şık olmalı?" diye mırıldandım.
"Zehra hanım'ın gönderdiği elbiselerden birini giy" diyince "tamamdır Burak bey. Düğün modunu açayım o zaman ben" diye onayladım.
"Hadi gel bakalım. Bu gün sana başka bir silah vereceğim" diyip garajın kapısını açtı. Kartı okuttuğu paravanı açtığında karşımıza duvara asılmış silahlar çıktı. Denemediğim silah kalmamıştı zaten. Ama Burak'ın paravanın altında kalmış bölümden büyük bir kutu çıkarmasıyla uzun namlulara geçiş yaptığımızı anlamıştım.
"Bu Novritsch 96. Hadi hazırlayalım oyuncağı" diyip kutuyu açtı. Gövdeyle diğer parçayı birbirine oturtup alyan ile vidalarını sıktı. "Sadece iki yerden sıkman yeterli. Çok basit. Hadi al alyanı burasını da sen döndür" dedi. Dediğini yaptım.
"Bak şu arkasında bir çıkıntı var. Eğer bu şekildeyse silahın kurulmadığı anlamına geliyor. Bak tetiği çekeyim. Gördün mü pim içine girdi" dedi. Bana her zamanki gibi silahın teknik özelliklerini anlatıyordu.
"3.2 kilogram ağırlığı var ama dürbün biraz ağırlık yapıcak." Dedi.
Burak'ın hedef tahtasının yanına gidişini izledim. Bana telefondan komut verdiği için yalnız olmam sorun olmuyordu.
"Atış serbest" dediğinde hedefe nişan aldım.
"Hedefin üstünden dört parmak aşağıda" dedi
Tekrar atış yaptım. "Hedefin solundan dört parmak ortaya. 80 metreye geç" demesiyle mesafemi 80 metreye çıkardım.
"Sağ üst köşe. Doksan beş metreye geç üç atış yap. Sol dört parmak aşağıya" dedi.
"Sol dört parmak ortada"
"Sol üç parmak aşağıda. Yanıma gel" diyince yanına doğru ilerledim.
Strafor hedefte vuruş yaptığım yerleri gösterdi.
"Bak şu doksan beş metreden yaptığın atış. İçinde kaldı. Altmış metredekiler bunlar. Deldi geçti zaten" dedi.Bu silahlar airsoft silahlardı. Bu yüzden içinde kullandıklarımız gerçek mermi değil, bb adı verilen biyolojik olarak eriyenilen plastik mermilerdi. Airsoft silahlar da gerçek silahların tam bir kopyasıydı.Bu yüzden çalışırken gerçeğe yakın deneyim sunuyordu bana.
"Bu köşeye gelen de vurdu sonra düştü. Hadi onu da sayalım. Hedefi tutturdun her atışta. Gayet iyi. Ne yapsak artık oyuncakları bıraksak mı? Gerçek bir deneyim mi yaşatsam sana?" Diyince "hayır dersem kabul edecek misin?" Dedim.
"Hava artık rüzgarlı olacak. Kış kendini göstermeye başladı. Bu oyuncaklarla bir yere kadar" diyince "demiştim" dedim.
Gülmeye başlamıştı bunun üzerine."Rica için sorulan sorular. Soru özelliğini kaybediyor" dedi geri yerine yerleştirirken silahı kutusuna.
"Hemen gidecek miyiz? Hazırlanmaya başlayım mı?" Diye sordum.
"Evet. Mümkünse hızlı ol" dedi saatine bakıp. Dediğini yaptım. Çok hızlı bir duş ardından saç ve makyajı yaptım. Ama nasıl bir yere gireceğimizi bilmediğimden ne giyeceğimi bilemiyordum. Zehra'nın gönderdiği elbiseler aşırı abartılıydı.
Kapı tıklatılınca "gel" dedim.
"Hadi, hazırlanmamışsın" dedi. Hala iç çamaşırlarımla duruyordum.
"Elbiseye karar veremedim" dedim. Burak bana bakmamak için direniyordu. Ama ben onun yanında da böyle durmaya alışmıştım. Çünkü yüzmeye de gittiğimizde bikini ile yanında duruyordum. Bence bir farkı yoktu.
"Bunu dene" diyince üzerime elbiseyi geçirdim.
"Fazla kısa. Çıkar" diyince "yo gayet iyi oldu işte" dedim. Ters ters bakmasıyla elbiseyi çıkardım.
"Bunun da önü çok açık durur" diyip eledi bir elbiseyi daha. "Şunu dene" diyip bir elbise daha uzattı.
"İşte bu oldu" diyip beni kollarımdan tutup arkamı çevirdi ve elbisenin fermuarını kapattı.
"Takılarını da tak" Dedi.
"Takmak istemiyorum" dedim.
"Böyle bir seçeneğin yok" diyince odadaki kasaya yaklaştım. Kasayı açıp servet değerindeki kolyeyi, bilekliği ve küpeleri çıkardım. Takarken bana yardımcı olmuştu.
"Bunlar üzerimdeyken çok tedirgin hissediyorum kendimi" dedim.
"Sürekli etrafınızdayım. Düşürseniz parıltıdan fark etmemem mümkün olmaz zaten" diyip göz kırptı.
"Yani ağırlıktan ben de fark ederim herhalde" dedim iç çekip.
"O zaman hadi bakalım" diyip odanın kapsını açıp geçmem için bekledi.