"Sana diyorum cevap ver bana. Öylece yüzüme bakıp durma."diye bağırdı Zehra, Burak'a. Demek ki sadece bana karşı böyle değil diye düşündüm bir an.
"Sessiz konuşun"dedi Burak işaret parmağını dudağına götürüp. "Size neden bir şeyi defalarca anlatmak zorundayım ki?" dedi ardından. Bir adım atmıştı Zehra'ya doğru.
"Beni götürmek zorundasın. Burda vakit öldüremem. Elimize fırsat geçti" dedi Zehra. Aniden arkasını dönünce, Zehra'nın kolunu kavradı gitmemesi için Burak. Gördüğüm manzara karşısında şok olmuştum.
"Mantıklı düşünemiyorsunuz Zehra Hanım." Dedi Burak. "Şuan zamanı değil."
"Neden?" Diye sordu Zehra. "Onu burda bırakıp gidemiyorsun değil mi? Koruman gereken birisi varken iki dakika bile ayrılamıyorsun. Her emri dinlemek zorunda değilsin Burak. Sen asker değilsin, sen polis değilsin. Parayla tutulan bir güvenlikçisin sadece." dedi Zehra. Bu cümleler beni de ilgilendiriyordu galiba. Zehra nereye gitmek istiyordu acaba? Burak'ı da peşinden sürüklemeye çalışıyordu. Bilmediğim bir şeyler döndüğü kesindi.
"Sizce verilen tüm emirleri takıyor muyum?" Diyip güldü Burak. Bir dakika yani şuan beni korumak ile görevli değil miydi? "Benim görevim onu buraya getirdiğim zaman bitti. Yani en azından ben öyle sanmıştım. Ama asıl sizin yanınızda korumaya ihtiyacı var" Diyince Burak resmen ağzım açık kaldı. Neden hala arkamda kuyruk gibi geziniyordu belli olmuştu. Beni anlayan birisinin olması kendimi iyi hissettirmişti.
"Sana inanmıyorum. Allah senin cezanı versin. Senin bir şey hissetmeye hakkın yok. Sadece görevini yapmalısın. Onunla yakınlık kuramazsın" diyip Zehra yumruk atmaya başladı. Sanki karşısında taş vardı da onu yumrukluyordu. Nasıl hiç tepki vermezdi karşındaki kendini paralarken?
"Oğluma götür beni" diyip yere çöktü Zehra. Bu nasıl olurdu? "Yerini söyle. Lütfen yerini söyle bana" dedi Zehra. Diz çökmüş önünde yalvarıyordu Zehra.
Az önce ben ne öğrenmiştim böyle? "Zehra Hanım, lütfen" diyip Burak onu kaldırmaya çalıştı. "Bunu kaldırabileceğiniz en uygun zamanda sizin karşınızda olacağım" dedi.
"Dokunma bana" dedi Zehra ağlarken. "Fırat gözünü üzerimden çektiği zaman bir daha bulunmaz artık. Son umudum da tükendi. " diyip ağlamaya devam etti. Yerden kalkıp son bir kez var gücüyle iktirdi Burak'ı ama Burak pek de sarsılmadı.
Şuan o kadar çok şaşırmıştım ki. Bir adamda nasıl bu kadar sır olabilirdi? Peki ya Zehra bile bilmiyorken oğlunu Burak nasıl biliyordu nerde olduğunu? Aklımda bin bir türlü soru geziniyordu.
Düşünüp dururken Burak'ın hızlıca bana doğru geldiğini gördüm. Kahretsin görmüştü beni. Kalkmalı mıydım? Yoksa bayılma taklidi mi yapsaydım? Yine mi? Hayır bu çok saçma olurdu.
"Silah eğitimi tamam da kamuflaj işinde de biraz çalışmamız lazım"dediğinde resmen ayakkabılarıyla göz göze gelmiştim. Yerden kalkıp karşısına dikilince "seni görev başında olmadığın için takmam gerekmiyor öyle değil mi?" Diye sordum. Kısa bir kahkaha attı "sanki görev başındayken çok takıyorsun" dedi."Doğru. Seni hiçbir şekilde takmıyorum." Diyip yanından geçerken ayağıma çelme takınca takıldım. Neredeyse düşüyordum. Son anda dengemi sağlayıp sinirle ona doğru baktım.
"Görevde değilim" dedi ciddi bir ifadeyle. Farkındaydım zaten. Görevi korumaktı. Görevde değilken de tam tersini yapıyordu.
"Duydum" dedim sinirle. "Zehra'nın oğlunum yerini biliyor musun?" Diye sordum.
"Biliyorum.Bu konu hakkında ağzından tek kelime dahi çıkmasın bir daha" diye uyardı beni. Ölmüş müydü acaba? Neden? Yerini nerden biliyordu?