"Hadi dondurma yiyelim önce" diyip aniden durdu Burak.
Dondurmalarımızı alıp çimenlere oturduk. Gölge hafif bir esintiyle katlanılacak bir sıcaklık sağlıyordu.
Denizin dalgalı olmamasına sevinmiştim. Geçen sefer geri dönüş büyük bir işkence olmuştu benim için.Önümüzde oltasını atmış, tekerlekli sandalyede oturan yaşlı bir dede vardı. Torunu etrafta koşuşturuyor adama yem kesiyordu. İzlemek o kadar çok hoşuma gitmişti ki...
"Ben de dedemle böyle balık tutmaya giderdim" dedi Burak. "Çok sabırsız bir insan olduğum için sıkılarak dönerdim eve her seferinde. Ama yine de gitmekten vazgeçmezdim. Çünkü bana her gidişimizde başka bir hikaye anlatırdı dedem." Dedi.
"Sırf o hikayeler için sıkılmayı göze alıyordun yani" diyip güldüm.
"Bir istediğimiz olsa diğeri olmuyor ki. Sevdiğin şeyler yüzünden sevmediğin şeylere katlanmak zorundasın. Canın tatlı gelirse istediğin şeylerden de olursun" dedi Burak. Aslında ilk başta hiç konuşmazdı benimle ama dün yaşadığımızdan sonra çok yakındı. O olay başıma gelmeseydi kendinden de hiç bahsetmezdi eminim ki.
"Hiç bu tercihi ciddi olarak yaşamak zorunda kaldın mı?" Diye sordum.
"Kaldım. Ama biraz daha karmaşık bir şekilde kaldım." Dedi. Gülümseyip "Kalkalım mı? Bekletmeyelim" diyince başımı salladım. Arabaya binerken Atlas'tan gelen mesajı okudum.
"Önce Aleyna'nın annesinin yanına gidiyoruz. Sen zaten geç gelirsin" yazmıştı. Betül gitmeden görmek istemişti demek ki. Çok sağlam arkadaşlıkları vardı. Herkese nasip olmazdı böyle sıkı fıkı bir grup."Büyük ihtimalle. Annesi iyi mi bu arada?" Diye cevap yazdım. Sadece evet yada tamam ile geçiştirmek istememiştim.
"Yatıyor sürekli ama keyfi yerindeymiş" diye cevap attı. Kadın ucuz atlatmıştı. Sevindim yazıp sildim göndermeden. Bir kaç kelime daha yazıp silmiştim. En sonunda cevap yazmamaya karar verip tuş kilidine basıp yolları izlemeye koyuldum. Marinaya girerken tam mesaj sesi duyunca çevirdim hemen ekranı.
"Sen nerdesin? Ne yapıyorsun?" Yazmıştı."Marinaya giriyoruz daha yeni." Dedim.
"Rüzgara dikkat et. Islak ıslak da durma" diyince gülümsedim. Denize bile girmeyecektim aslında.
"Keyfin yerine geldi bakıyorum da " Dedi Burak. Telefonun sesini kapattım.
"Gözünden de bir şey kaçar aman" dedim.Arabayı durdurunca hızlıca aşağıya indim. Ah böyle mesajlaşmak bile nasıl da mutlu ediyordu beni. İmkansız bile olsa...
Burak ile gece klübünün girişindeki renkli duvarının önünde fotoğraf çekilen kay kaylı çocuklara yardım ettik. Şu kaykaylarla dolaşanları hiç sevmezdim nedense. Ama bunlar küçük çocuklardı.
"Abla sen de binebiliyor musun?"Diye sordu içlerinden birisi.
"Ben beceremem öyle şeyleri" dedim geri geri adım atarken.
"Abi sana öğretsin" diyince Burak elini uzattı. Çocuğun birisi kaykayı Burak'a doğru sürükledi. Burak "çık üzerine" diyip bekledi. Üzerine çıktıktan sonra arkamdan ayaklarını koyup sürmeye başladı.
"Korkuyorum. Düşcez" dedim panikle o hızını artırırken. Ayağıyla yerden kendini iktirip kaykayın üzerine çıktığı zaman dengemi kaybedecek gibi oluyordum.
Geri dönünce iner inmez derin bir oh çektim. Bir yandan da çocuğun birisi ona fotoğraflarımızı yolluyordu."Bakabilir miyim?" Diyip aldım Burak'ın telefonunu. Ama bakmaya fırsatım olmadan Ege'lerin bize doğru geldiğini gördüm. Onlarla selamlaşıp arkalarından ilerlerken fotoğraflara baktım. Bunları birisi görmese iyi olurdu. Fazla dip dibeydik. Zaten belime dolamıştı kollarını.Burak'ın öyle bir niyetle sarılmadığını bilsem bile içime kötü bir his çöküvermişti. Telefonunu geri verdim. Ve kendimi bir daha Atlas'a karşı suçlu hissetmemem için bastırmaya çalıştım. Ona karşı bir sorumluluğum yoktu. Onunla aramda bir şey yoktu. Bunu iyice anlamam gerekiyordu. Sadece hoşlanıyorum diye başka erkeklere yakın olmayacağım diye bir şey yoktu. Zaten karşılığı olmayan bir aşktı bu.
Kendi telefonumu çıkardım cebimden sonra. "Tamam merak etme" diye cevap yazdım Atlas'a.
Hep birlikte tekneye bindik. Ege'yle Barış tekneyi kullanmakla meşgulken biz de Aslı'nın yanında getirdiği içecekleri dolaba koyuyorduk.
Burak ise Ege'lerin yanında meraklı sorularla öğrenmeye çalışıyordu kullanmasını."Hüzzam gelir misin?" Diye seslenince Ege yanına gittim.
"Efendim?" Diye sordum yeteri kadar yaklaşınca.
"Burdan dönünce çiftliğe gelir misin benimle?" Diye sordu.
"Ne oldu?" Diye sorduğumda Burak arkamdan gelip hafifçe korkuluğa dayandı.
"Olanları anlattım Ege'ye" dedi. "Aslında Fırat ile konuşurken yanımızdaydı""Sorun değil, öğrenmende bir sıkıntı yok zaten" dedim.
"Eğer orda kalmaktan rahatsız olacaksan çiftliğe gidebiliriz beraber diye düşündüm. Amcamın haberi olmaz. Başka bir yer de ayarlayabiliriz. Kendini nerde rahat hissedeceksen orda kal bu gece" dedi Ege.
"Gelmeyeceğim ben. Düşündüğün için sağol.Arkadaşıma geçerim bir kaç gün sonra" dedim. Atlas'a yük olduğumu düşünüyordum ama bu kaçmak olurdu. En azından bu konuyu konuştuktan sonra kalmam daha doğru olurdu.
"Eğer ihtiyacım olursa ararım seni" diye ekledim açık bir kapı bırakma açısından."Nasıl istersen" diyince gülümsedim. Burak'ın da hafifçe koluna dokunup tekrar aşağıya indim.
Tekneyi koya yanaştırmaya başlamışlardı. Ege halatları bağlamak için suya girdi. Ben de mesaj sesi gelince telefona baktım."Havaalanına geldik biz" Yazmıştı.
Her adımını bildirmesi beni şaşırtmıştı. Neden böyle bir şey yapıyordu? O da benim gibi kendini bana karşı sorumlu mu hissediyordu?Ben bu düşünceler içine dalmışken tekrar mesaj sesi gelince heyecan sardı bedenimi. Fotoğraf göndermişti.
Aleyna önde selfieyi çekmiş arkada üçü aralarına Betül'ü alıp poz vermişlerdi."Kaldınız dört kişi. Üzülüyor musunuz?" Diye sordum. Ve bir kaç tane ağlayan emoji koydum.
"Bu sorunun cevabını bir kaç ay sonra konuşalım"diyip gülen surat koymuştu sonuna.
"Bul beni hadi" yazıp bir fotoğraf göndermişti hemen ardından. Pencerenin önünde bir sürü insan siületi vardı. Havaalanında beklerken çok sıkılmış olmalılardı.Tek tek insanları eledim. Onun olduğunu tahmin ettiğim iki kişi arasında kaldım. Birisi saate bakıyor gibiydi birisi elleri cebinde duruyordu.
Atlas ellerini cebine çok sık atmazdı. Ama saate de bakacağı zaman telefondan bakmayı tercih ederdi. Yani sırf pozdu. Saç ve kulak da yeteri kadar eleyici olmuyordu. En son ayakkabılara baktım. Ayakkabı değil de pantolon paçasından ayırt ettim. Atlas hiç kısa paça giymezdi. O spor ayakkabısı ve kot pantolonlarıyla günlerini geçiriyordu. Ki bu gün de öyle yapmıştı.Onun olduğunu tahmin ettiğim kişinin etrafını kırmızı renkle çembere alıp geri gönderdim. Bir de o çıkmazsa çok gülerdim. Ve ayrıca rezil olurdum ona.
"Gözü kapalıyken bile beni bulabilen birisine bunu sormamalıydım." Demişti. Sadece gülen yüz emojisi attım. Mesaj beni gerçekten mutlu hissettirmişti. Ben ona aşıktım. Ve bu önüme çok büyük bir engel olacaktı.
Telefonumu masaya bırakıp Ege'lerin yanına gittim.
"Sen girmeyecek misin?" Diye sordu Barış."Yok ya girmeyeceğim" dedim. Ege dişleri birbirine çarpar bir halde çıktı. "Buz buz" dedi havluya sarınıp.
Demirlere çıkıp oturdum. Arkamı dönüp öylece denizi ve kayaları izlemeye başladım. Aslı yanıma gelip o da demirlere çıkıp yanıma oturdu."Sen neden girmiyorsun?" Diye sordu. "Pek bir keyifsizsin sanki" dedi ardından.
"Dikiş var da" diyip elimle üzerine dokundum yaranın yavaşça.
"Noldu orana?" Diye sordu meraklı bir ses tonuyla.
"Küçük bir kaza. Büyütülcek bir yanı yok" diyip gülümsedim. Bu söylediğime şaşırmıştım. Küçük bir kaza betimlemesi gerçekten komik olmuştu. Ölümü kılpayı kaçırdığım bu gün yaşamın tadını çıkarmam için büyük bir şanstı.