Gözlerimi kapadım. Hafif esen rüzgar vücudumu titretti. Giydiğim sweatin kollarını ellerimi ısıtması için biraz daha çektim. Elimde ki kalemi sıkıca tuttum. Kağıda çok bastırmamaya dikkat ederken çizimimin son rötuşlarını yaptım.
Resim çizmek iyi geliyordu. Acılarımı, nefretlerimi, mutluluklarımı kağıtla paylaşıyordum. Konuşarak birileri ile paylaşmaktan daha kolay geliyordu. Müzik ruhun gıdası derler. Benim için ruhun gıdası resim çizmekti. Çocukluğumdan beri böyleydi.
Oturduğum yerde biraz dikleşerek etrafıma baktım. Bizimkiler oturduğumuz çardakta birbirleri ile şakalaşarak konuşuyorlardı.
Gözlerimi onlardan çevirerek okulun bahçesinde gezdirdim. Hava bugün diğer günlere nazaran güzeldi. Hafif bir rüzgar vardı ama insanı rahatsız etmiyordu.
Okulun kapısından çıkan Junmyeon'u gördüm. Bize doğru geliyordu ve yüzündeki ifade bir şey olduğunun habercisiydi.
Kaşlarımı çatarak ona bakmaya devam ettim. Yanımıza ulaştığında bana bakarak konuşmaya başladı. "Jiyong hyung aradı. 2 gün sonra yapılacak liderler toplantısını bu akşama aldığını söyledi."
Her toplantı günü geriliyordu. Toplantı gününün değişerek öne çekilmesi onu daha da germişti. Bunun farkındaydım.
"Sorun değil. Gerilmeni gerektirecek hiçbir durum yok. Sordukları sorulara cevap verecek kadar bilgin var. Diğer toplantılardan farkı yok." diyerek ona baktım. "Biliyorum ama ya cevap veremezsem?"
İç çekerek ayağa kalktım. "Cevap vermek zorundasın Junmyeon."
Eşyalarımı topladıktan sonra ona baktım, "Eksiksiz bir şekilde gittiğinden emin ol ve çıktıktan sonra beni ara."
Cevap vermesini beklemeden otoparka doğru yürüdüm. Hala gerilmesine bir anlam veremiyordum. Bu benim yerime katıldığı kaçıncı toplantıydı hala aynı muhabbet dönüyordu.
Arabamı anahtar ile açtım. Bagajı açarak elimdeki resim çantasını bagaja yerleştirdim. Bagajı kapatırken otoparka hızla giren arabanın motor sesi ile omzumun üstünden o tarafa baktım.
Arabamın yanındaki boş alana park ederken arabayı tanıdığımı fark ettim. Bölge liderinin arabasıydı. Park ettikten sonra kapıyı açıp indiğinde hala elimin bagaj kapısında olduğunu fark ettim.
Toparlanarak bagajı kapatıp inen kişiye baktım. Arabasını kilitleyip yanımdan geçerken başıyla selam verdi. Aynı kafa hareketi ile ona karşılık verdim.
Büyük ihtimalle gözetimi altındaki gruplardan birinde olduğumu biliyordu yoksa selam vermezdi. O grubun liderinin aslında ben olduğumu bilseydi acaba? Kendime kendime gülerek arabama bindim.
Eve geleli neredeyse üç saate yakın oluyordu. Junmyeon'un toplantıdan çıkmasına az kalmıştı. Koltuğuma uzanmış onu beklerken gözüm kitaplığımın altında bulunan kutuya takıldı.
Sabah okula gitmeden kalemlerimi ararken onu da çıkartmıştım. Uzun zaman olmuştu içindekilere bakmayalı.
Koltukta yavaşça doğruldum. Çıplak ayaklarım ile kitaplığıma doğru yürüdüm. Tam önünde durarak yere bağdaş kurarak oturdum.
Elim kutuya gitti. Titrediğini sonradan fark ettim. Kapağın üstünde tozların üfleyerek dağılmasını sağladım. Bu kutu bendim. Şu an olduğum kişiyi yapan her şey bu kutunun içindeydi. Geçmişim bu kutuydu. Çocukluğum bu kutuydu ve büyük ihtimalle geleceğim de öyleydi. Kaç yıl geçmesine rağmen hala geçmişimden kurtulamamıştım. Bazen gerçekten kurtulmak istediğimden emin olamıyordum. Ben geçmişim sayesinde şekillenmiştim. Geçmişim sayesinde güçlü hissediyordum. Kutuya bakmaya devam ettim, elim kapağa tekrardan gitti ama açamadan kutuyu ait olduğu yere koydum.
Gözlerimin dolduğunu ayağa kalktığımda fark ettim. Hava almaya ihtiyacım vardı. Arkamı dönüp pencereye doğru giderken telefonumun sesi ile durdum. Masanın üzerinden alıp ekrana baktığımda Junmyeon'un aradığını gördüm. Toplantı bitmiş olmalıydı.
Aramayı onaylayarak telefonu kulağıma götürdüm. "Beş dakikaya evinin önündeyim."
Bir anda böyle söylemesine biraz şaşırmıştım. Cevap vermeme izin vermeden telefonu suratıma kapattı. Neler oluyordu? Odamdan çıkarak, merdivenlerden indim. Dış kapıya geldiğimde ayakkabılarımı giyerken babamın sesi ile durdum."Nereye gidiyorsun?"
Ona dönerek baktığımda salonda oturmuş bilgisayarı ile uğraşıyordu. "Junmyeon geldi. Önemli bir şey konuşması gerekiyormuş. Kapının önündeyim." diyerek cevabını beklemeden kapıyı açtım.
Bahçeden geçip, bahçe kapısından çıktığımda Junmyeon'u arabasına yaslanmış bir şekilde buldum. Umarım anlatacağı konu gerçekten önemlidir yoksa telefonu yüzüme kapatmasının acısını çok kötü çıkartacaktım.
Ona doğru yaklaştığımda dikkatlice ona baktım. Üzerinde her zaman olduğu gibi özel dikim siyah bir takım elbise vardı. Kravatı boynuna asılıydı. Gömleğinin üstten iki veya üç düğmesini açmıştı.
Yanına ulaştığımda kafasını kaldırarak yüzüme baktı. Gergindi ve bu çok belli oluyordu. Kollarımı göğsümde bağlayarak. "Seni dinliyorum."
"Jiyong hyung liderliğini açıklamanı istiyor." dedi. İşte bunu beklemiyordum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
even if i die | namjen
Fanfiction"Bugün yaptığın şey savaş sebebi biliyorsun değil mi?" Cevap vermeden öylece durdum. Söyleyeceklerinin devamını bekledim. "Ve sen bu savaşı çoktan başlattın, küçük." Elini belimden çekerek son kez bile bakmadan benden uzaklaştığında bir an boşlukta...