Jiyong'un evinin önünde park etmiş öylece eve bakıyordum. Neyi beklediğimi bilmiyordum ama onunla konuşmaya pek hazır olduğum söylenemezdi. İsteğini gerçekleştirmiş, her zaman ki gibi, Min Joon'u ortadan kaldırmıştık.
Dikiz aynasından son kez kendime bakıp derin nefes aldım. Arabanın kapısını açarak arabadan indim. Elimde duran deri ceketimi giyerken yürümeye başladım.
Havalar yavaş yavaş soğumaya başlamıştı. Dün gece yağmaya başlayan yağmur bugün öğleye kadar devam etmişti. Hatta daha yeni durmuştu. Bu yüzden giydiğim çizmeler havaya uyuyordu. Yavaş adımlarla bahçe kapısına ilerlerken kapıda duran korumalar benim için kapıyı açtılar. Başımla selam verip yanlarından geçtim.
Bahçeye adım attığımda evin kapısının önünde beni bekleyen Jiyong'u görmem ile adımlarım yavaşladı. Üzerinde siyah boğazlı kazak ve bacaklarını saran siyah jean vardı. Her zaman olduğu gibi simsiyah giyinmişti. Yıllardır onu tanıyordum, üstünde siyah renginden başka bir şey görmemiştim.
Yürümeye devam ederek yavaş adımlarla ona yaklaştım. Aramızda bir kaç adım kala sağ elini bana doğru uzattı. Bir an için tereddüt etsem de elini tuttum. Kapı önündeki iki basamağı elini tutarak çıktım. Karşı karşıya geldiğimiz de dudaklarının kenarları hafif yukarı kıvrıldı.
"Seni tekrardan görmek çok güzel."
Tuttuğu elimi dudaklarına götürerek nazikçe öptü. "Gel," Elimi bırakmadan içeri doğru yönlendirdi. "Hava soğuk üşüme daha fazla, ellerin yeterince üşümüş zaten."
Cevap vermeden beni yönlendirmesine izin verdim. Ona düz bakışlarla baktım. O gece beni ölümle tehdit eden adam sanki o değildi. O adam ölmüştü ve yerine beni düşünen, bana gülümseyen adam doğmuş gibiydi.
Eve girdiğimizde elimi kapıyı kapatmak için bıraktı. Arkamızdan kapıyı kapattığında onu beklemeden evin içine doğru ilerledim. Gördüğüm kadarıyla salon ve mutfak bomboştu. Evde de kimse yok gibiydi.
Ben yürüdükçe çizmelerimin topuk sesleri bütün evde yankılanıyordu. Bir an ürpermeden edemedim. Jiyong arkamdan gelerek eliyle tekli koltuğu işaret etti. "Gel, otur." İşaret ettiği koltuğa oturarak ona odaklandım.
Onun yanındayken pek konuşmazdım. O konuşur, ben dinlerdim. Bana bazen birilerini anlatırdı. Kim olduklarını bilmezdim asla sorgulamazdım da. Jiyong kolay sarhoş olan bir insan değildi ama bazen çok fazla içtiğinde hep ben kendine getirirdim onu. Sarhoşken yine bir şeylerden birilerinden bahsederdi. Yine sormazdım, sadece dinlerdim. Yıllardır ilişkimiz hep böyleydi.
O da karşımda ki tekli koltuğa oturdu. Sehpanın üstünden aldığı sigara paketinden bir tane dal çıkarıp elindeki çakmağıyla yakmasını izledim. İşini hallettiğinde tekrardan bana baktı.
"Seni dinliyorum, " Sigarasından bir nefes alıp dışarı üfledi. "Görev raporu."
Oturduğum yerde biraz daha dikleştim. "Her şey istediğiniz gibi gerçekleşti. Min Joon ortadan kaldırıldı. Kızı ve eşine ise zarar verilmedi. Sadece," Hafif yutkundum. Önüme düşen saçımı kulağımın arkasına alarak gözlerimi bir saniyeliğine ondan kaçırdım. Eşine bir zarar gelmemişti. Bizi görmüştü ama yüzlerimizi bilmiyordu.
"Sadece, ne?"
Derin bir nefes alıp devam ettim. "Sadece, eşi ile ufak bir sorun yaşadık ama büyütülecek bir şey değildi. Anında hallettik ve başka bir sorun çıkmadı. Bundan emin olabilirsiniz."
Sigarasından tekrardan bir nefes alıp bana bakmaya devam etti. "Hiç kimse kusursuz değildir, değil mi? Bu kişi sen olsan bile." Ona bakmaya devam ederken tekrardan yutkunmadan edemedim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
even if i die | namjen
Fanfiction"Bugün yaptığın şey savaş sebebi biliyorsun değil mi?" Cevap vermeden öylece durdum. Söyleyeceklerinin devamını bekledim. "Ve sen bu savaşı çoktan başlattın, küçük." Elini belimden çekerek son kez bile bakmadan benden uzaklaştığında bir an boşlukta...