Saatlerdir oturduğum yerden kalktım. Üst kata bir şekilde çıkmam gerekiyordu. Evi bilmiyordum. Jiyong ve Jay'in odasının yerini bilmiyordum. Üst katta sadece çalışma odası mı vardır onu bile bilmiyordum. İşimi şansa bırakarak hareket etmemem gerekiyordu.
Elimdeki defteri masanın üstüne bıraktım. Victoria'nın yazmış olduğu sayfayı defterden koparttım. Bu sefer dikkatli davranacaktım. Benim zararıma olacak hiçbir şey yapmayacaktım. Bundan yeterince dersimi almıştım. Bu kadar kandırılabilir biri olduğumu her seferinde fark edip her seferinde de beni kandırmasına izin vermem benim salaklığımdan başka bir şey değildi.
Kabanımın cebinden Jiyong'un bana vermiş olduğu ilacımı çıkardım. Bunu içmeliydim. Bunu içmezsem düzgün düşünemezdim. İlacı yutmak için suya ihtiyacım olduğunu fark ettim. Odadan çıkmam gerekiyordu. Odadan çıkmak istediğim bir şey değildi ama çıkmalıydım. Bunu bahane ederek eve biraz göz gezdirebilirdim. Nerede ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
Kabanımı üstümden çıkartarak yatağın üstüne bıraktım. Jiyong ile konuşabilirdim. Bir şeyler öğrenebileceğim en sağlam kaynak o'ydu. Konuşmak istesem benimle konuşmayı reddetmezdi. Odadan çıkmak için kapıyı yavaşça açtım. Koridora kısa bir bakış attığımda boş olduğunu gördüm. Kapıyı sonuna kadar açarak odadan çıktım. Koridora adım attım. Bu evin varlığında bu zamana kadar haberdar değildim. Jiyong'un bütün evlerinin yerini biliyordum ama bunu saklamış olmalıydı.
Merdivenlere ulaştığımda aşağıya baktım. Ortalıkta kimse yok gibiydi. Basamakları yavaşça inmeye başladım. Bir yandan da eve bakıyordum. Üst kata çıkan merdivenler vardı ama merdivenin sonunda bir kapı olduğunu görebiliyordum. Kontrol etmeye bile gerek yoktu. Büyük ihtimal kapı kilitliydi.
Salon görüş açıma girdiğinde annemin salonda oturduğunu gördüm. Jay karşısındaki koltukta oturmuş kucağındaki laptopuyla ilgileniyordu. Topuklu botlarımın sesini duyduklarında ikisinin de bakışı bana doğru döndü. Bu durumu asla kabullenemeyecektim. Hoş öyle bir çabam da yoktu.
Jay oturduğu yerden kalkmaya yeltendiğinde bakışlarımı onda çevirerek merdivenin yanında bulunan geniş koridora döndüm. Onu görmeye bile tahammülüm bile yoktu. Ev oldukça aydınlıktı. Karanlık olan hiçbir yer yoktu. Bu Jiyong'a uygun değildi. Aydınlıktan hoşlanmazdı. Bu yüzden evi hep karanlık veya loş olurdu ama asla aydınlık olmazdı.
Koridorun sonunda mutfak olduğunu düşündüğüm iki kapıdan birisi açık olan odaya doğru yürüdüm. Bir yandan da evi çözmeye çalışıyordum. Duvarlar bomboştu. Tek bir resim bile yoktu. Mutfak olduğunu düşündüğüm yere geldiğimde kafamı uzatıp içeri baktım. Evet, mutfaktı.
İçeri girdiğimde buraya da göz gezdirdim. Amerikan tarzı, basit bir mutfaktı. Bahçeye açılan bir kapı olduğunu gördüm. Bahçeye baktığımda şaşırdığımı itiraf etmeliydim. Bakımlı ve oldukça güzel bir bahçeydi. Beyaz bir masa ve yanında sandalyeler vardı. Köşelerde bulunan ağaç ve çiçekler çok güzel görünüyordu. Bunlar anca birinin bakımıyla güzel olurdu. Jiyong'un bunlara teker teker zaman harcadığına inanmak zordu.
Masanın yanında konuşan babam ve Jiyong'a baktım. İkisi yan yana görmeyi beklediğim en son kişilerken onların baba oğul olduğunu öğrenmiştim. Artık beni hiçbir şey şaşırtamazdı.
Onlara bakarken Jiyong ile göz göze geldiğimizde yüz ifadesini bozmadan babamla konuşmaya devam etti. Bakışlarımı onlardan çektim. Onunla konuşmalıydım. İstediğini verirsem istediğimi verirdi. Sadece biraz oyunculuk yapmam gerekiyordu. Yanıma geleceğini biliyordum. Biraz beklemem gerekiyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
even if i die | namjen
Fanfiction"Bugün yaptığın şey savaş sebebi biliyorsun değil mi?" Cevap vermeden öylece durdum. Söyleyeceklerinin devamını bekledim. "Ve sen bu savaşı çoktan başlattın, küçük." Elini belimden çekerek son kez bile bakmadan benden uzaklaştığında bir an boşlukta...