Yıllar önce polislerin Jisoo'yu almaya geldikleri günü hatırlıyordum. Chaerin suçu tamamen bizim üstümüze yıkmıştı. Jisoo ise beni kurtarmak için bütün suçu üstelenmişti.
Jisoo'nun evinde pencerenin önüne koyduğumuz iki kişilik bir koltuk vardı. Zaten evde o ve yer yatağından başka da bir eşya yoktu. Geceleri Jisoo, kardeşi ve ben o koltukta oturur gökyüzünü izlerdik.
Polisler Jisoo'yu almaya geldiğinde yine o koltukta oturuyorduk. Birbirimize sarılmış sessizce ağladığımızı çok net hatırlıyordum. O benim ablamdı. O benim en yakın dostumdu ve ben onu kaybetmek üzereydim.
Giderken bana bir kardeşimi kaybettim, diğerini de kaybedemem demişti. Benim onun gibi öz kardeşim yoktu ama o benim kardeşimdi ve ben kardeşimi kaybetmek üzereydim.
"Kim yaptı bunu?"
Lalisa bir kumaş parçasıyla yara olan yeri kapatarak kanı engellemeye çalışıyordu. Her yerine bulaşmıştı. Kıyafetleri, elleri, yüzü. "Bilmiyoruz, bilmiyoruz. Bulduğumuzda bu haldeydi." Konuşurken sesi titriyordu.
Elimde tuttuğum çizmeleri yere bıraktım. Yanına giderek dizlerimin üstünden eğildim. Jisoo'nun bileğine tutarak nabızını ve nefes alış verişlerini kontrol ettim. Yaşıyordu ama biraz daha kan kaybetmeye devam ederse bu çok uzun sürmeyecekti.
Derin bir nefes aldım. Kurtulacaktı. Kurtulmak zorundaydı. Beni bırakamazdı. "Birbirinizden ayrılmamanızı söylemiştim."
Jisoo'nun gözleri kapalıydı. Elimi yanağına koydum.
"Bize saldırdılar." Joy'a baktım. "Her şey bir anda oldu. Otoparka bir sürü araba girdi. Çok kalabalıklardı."
"Jennie."
Jisoo'nun ağzından adımı duyduğumda ona döndüm. "Buradayım."
Gülümsemeye çalıştı ama canı acıyordu. Bunu görebiliyordum. Canı çok yanıyordu. Gözleri geri kapandı. "Hayır, hayır, hayır. Gözlerini kapatma. Uyanık kal!" Ellerim ile iki yanağını tuttum. "Jisoo beni bırakmazsın!"
"Jennie hastaneye gitmesi gerek."
Kafamı hızlıca salladım. Ayağa kalkarak arabama gittim. Ön kapıyı açarak bindim. Anahtarı yerine sokarak arabayı çalıştırdım. Acele etmeliydik. Yavaş hareket etmeye lüksümüz yoktu.
Arabadan inerek arka kapıyı açtım. Lisa kumaşı yara olan yere bastırmaya devam ediyordu. Joy ve Irene Jisoo'yu ayakları ve omuzlarından tutarak kaldırdı. Rosé'ye baktığım da durduğu yerde hareketsiz bir şekilde Jisoo'ya bakıyordu. Yüzünde hiçbir ifade yoktu.
Kızlar Jisoo'yu arabaya bindirirken Rosé'nin yanına gittim. Kendine gelmeliydi. Kendine gelmeli ve bize yardım etmeliydi. Durmaya zamanımız yoktu. Önüne geçerek bana bakmasını sağladım. Gözlerinin içine baktım.
"Kendini toparla. Kaybedecek vaktimiz yok."
"Jen-"
"Rosé, beni dinle!" Sesimi yükselttiğimde irkildi. "Kardeşimizi kaybediyoruz. Bende şu an oturup avazım çıktığı kadar bağırarak ağlamak istiyorum ama buna vaktimiz yok. O yüzden kendini toparla ve bin şu arabaya."
Rosé bir süre gözlerini kırpıştırarak baktı. Daha sonra hızlıca kafasını sallayarak arabaya yöneldi. Az önce yere bıraktığım çizmelerimi aldım. Şoför koltuğunun kapısını açarak arabaya bindim. Lisa arkada Jisoo'nun yanındaydı. Rosé yanımdaki koltukta oturuyordu. Irene ve Joy ise Joy'un arabasına bindiklerinde grubun geri kalanı olduğumuz yere geldi.
![](https://img.wattpad.com/cover/192683143-288-k937373.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
even if i die | namjen
Fanfic"Bugün yaptığın şey savaş sebebi biliyorsun değil mi?" Cevap vermeden öylece durdum. Söyleyeceklerinin devamını bekledim. "Ve sen bu savaşı çoktan başlattın, küçük." Elini belimden çekerek son kez bile bakmadan benden uzaklaştığında bir an boşlukta...