LIV

233 35 8
                                        

"Bu, Kuzey bölgesindeki bütün kumarhanelerden sorumlu."

Bu kadar kısa sürede bu kadar adamı nasıl buraya topladıklarına anlam veremeden Jiyong'un gösterdiği adama baktım.

"Kim oldukları umurumda değil." Umurumda değildi. Sadece buradan gitmek istiyordum. Hoş nereye gideceğimi biliyor muydum? Namjoon'un yanına gidemezdim. Ona karşı Jiyong ve Jay'i seçmiştim. Titrek bir nefes aldım. Hiçbir şey olmamış gibi yanına gidemezdim.

"Görüntülerin hepsi her yerden silindi." Jay yanımıza geldiğinde diz çökmüş nerede olduklarını bilmeyen gözleri bağlı olan adamlara bakmaya devam ettim. En az yirmi kişi vardı. Hepsinde de gittiğimiz görevlerin görüntüleri vardı. Hepsi bize karşı savaştaydı ama ben bazılarını tanımıyordum. İlk defa gördüklerimin sayısı fazlaydı. Ne ara bu kadar düşman edindiğimizi bilmiyordum bile.

Yere çökmüş her adamın başına silahlı bir adam geçtiğinde bakışlarım arkamda duran Jiyong ve Jay'e döndü. "Görüntüler silindi. Bunu yapmanıza gerek yok."

"İşimizi şansa bırakmak istemeyiz değil mi?" Jiyong diye sorduğunda ona cevap vermeden adamlara bakmaya devam ettim. Burada olmamalıydım. Burada olmamam gerektiğini biliyordum ama başka bir seçeneğim olmadığını da biliyordum. Onların başına daha fazla iş açmak istemiyordum. Onları kurtarabilirdim. O görüntüleri birilerinin onlara karşı kullanmasını engelleyebilirdim. En azından bunu onlara borçluydum.

"Bunu görmene gerek yok." Jiyong'un elini kolumda hissettiğim an ondan uzaklaştım. Bırak bana dokunmasını benimle konuşmasını bile istemiyordum.

İşime gelirdi. Arkamı dönerek bulunduğumuz eski fabrika tarzı yerin çıkışına ilerledim. Etrafta olan yüzlerce adam fabrikanın etrafını korumaya almıştı. Hala Jiyong'a sadıklardı. Onca şey yaşanmıştı ama hala onun tek bir lafıyla tek sıraya dizilip onun ağzından çıkacak sözlere bakıyorlardı. Jiyong'un yeteneği buydu sanırım. İnsanları kendini nasıl olduğunu anlayamadığım şekilde bağlamak. Hatta daha kaba bir tabirle köleleştirmek.

Fabrikanın dışında adım attığım anda art arda patlayan silahlar bu sessiz yerde iğrenç bir gürültü oluşturdu. Sanırım her şey bitmişti. Tehdit oluşturan kişi ve görüntüler ortadan kaldırılmıştı. Amacımız bu değil miydi zaten? O yalıya gitmemizin, Jackson'ı bulmak istememizin sebebi buydu. Tehdit oluşturan her şeye karşı savaşmaktı.

Esen rüzgar vücudumu titrettiğinde ellerimi birbirine sürttüm. Tek bir gecede hayatımda olan herkesi kaybetmiştim. Tek bir gecede sevdiğim herkesi kaybetmiştim. Namjoon'a son kez bakmaya bile cesaret edememiştim. Gitmeden arkamı dönüp ona bakamamıştım. Bencil korkağın tekiydim. Jisoo'yu öylece bırakıp Jay'in kapısını açtığı arabaya binip gitmiştim. Benim yüzümden ölen kardeşimi öylece bırakmıştım. Derin bir nefes alarak gözümden akan yaşı sildim. Tek yaptığım salak gibi ağlamaktı.

Adım ve konuşma seslerinden yaklaştıklarını anladığımda hızla yanaklarımı sildim. Onlara karşı güçsüz, yardıma muhtaç gözükmek istemiyordum. Omzumun üstünden onlara baktım. Jiyong bana bakarak arabanın kapısını açtığında öylece durdum. Burada bulunan herkes gözünü dikmiş bana bakarken hiçbir şey olmamış gibi davranmak çok zordu. Ağlamak istiyordum. Saatlerce bağıra bağıra ağlamak istiyordum. Gözümü kırptığım anda gözümden yaş süzülecekti. Buna engel olmak için kendimi sıkıyordum. Bunu yapmalıydım. Onlara zayıf tarafımı göstermek istemiyordum.

"Bir anlaşma yaptık Jennie." Yavaşça yutkundum. Ne yazık ki haklıydı. "Biz senin istediğini yaptık. Sıra sende."

Gözlerimi hızla kırpıştırdım. Onların yanında kalmamı istiyordu. Onların yanında kalmaktan kastı taraf tutmaktan çok onlarla yaşamaktı. Onlarla aynı evde kalmamı istiyordu. Beraber, aynı sofrada yemek yemek yememi istiyordu. Onlarla birlikte yaşamamı istiyordu.

even if i die | namjenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin