XLVII

582 56 89
                                        


Namjoon'un söylediği şeyin gerçek olmaması için her şeyi yapabilirdim. Bu farklıydı. Bu çok çok farklıydı. Diğer bütün her şey bir yanaydı. Tanıdığımı sandığım ama tanımadığım adam, annemi öldüren adam benimle kan bağına sahipti. Benimle kan bağı vardı. Kardeştik. Jiyong'un kardeşiydim.

Ne düşünceğimi bilmiyorum. Nasıl tepki vereceğimi bilemiyordum. Ağlamalı mıydım, kızmalı mıydım yoksa sevinmeli miydim? Sevinmek sanırım en son yapacağım şeydi. Her seferinde bu son daha fazlası yaşanamaz dediğimde çok daha büyük bir şey yaşanıp beni yerle bir ediyordu.

Yalanlarla geçirdiğim seneleri düşündüm. Yıllardır güvendiğim adam aslında en son güveneceğim kişiydi. Bunu her seferinde bana bir şekilde kanıtlamayı başarıyordu. Bu kaçıncıydı? Bu kaçıncı güven duygumu alıp üzerini ezişiydi?

Namjoon'un belimdeki elinin hareket edişini hissettiğim kendime geldim. Çevreme baktım. Salondaki herkes pür dikkat bana bakıyordu. Namjoon kafasını eğmiş gözünü kırpmadan beni izliyordu. Vereceğim tepkiyi kestiremiyor gibiydi. Ben ise sadece oturduğum yerde tepkisiz bir şekildeydim.

Sakin kalabilir miydim bilmiyorum. Şu an yaşadığım şeyi anlatacabileceğimi sanmıyordum. Kafamı toparlayıp düşüncelerimi düzene sokmayı çalışıyordum ama yapamıyordum. Mantıklı düşünmeye çalışıyordum. Duyduğum şeyin mantıklı bir açıklaması olabileceğine kendimi inandırmaya çalışıyordum ama olmuyordu.

Hissettiğim şeyler düşünmemi engelliyordu. Kalbimde hissettiğim öfke ve kızgınlık kafamın içindeki düşüncelerimi engelliyordu. Kalbim mantığımı eziyordu. Oturduğum yerden ani bir şekilde kalkarak salonun çıkışına ilerledim. Bunu kabul edemezdim. Bunun kabul edilebilir hiçbir yanı yoktu.

Bileğimin ani bir şekilde tutulması ile geriye doğru çekildim. "Onun yanına gitmene izin verir miyim sanıyorsun?"

Namjoon'a dönerek bir ona bir de bileğimi tutan eline baktım. "Sana sorduğumu hatırlamıyorum."

Kaşları çatıldığında bileğimi elinde çektim. Arkamı dönerek salondan çıkıp merdivenlere yöneldim. Odaya girerek kapıyı arkamdan kapattım. Namjoon ile şu an konuşmak istemiyordum. Ne yapmak istersem karşı çıkacaktı ve ben de yapmak için diretecektim. Bu da aramızda büyük bir kavga çıkmasına sebep olacaktı.

Yavaşça yatağa oturdum. Jiyong'dan yine bir darbe yemiştim. Her zaman olduğu gibi. Her seferinde daha fazlasını yapamaz dediğimde daha fazlasını yapıyordu. Üzülmemiştim. Üzülecek bir şey yoktu. Daha çok sinirliydim. Benden bunu saklamasına sinirliydim. Beni parmağında oynatmasına sinirliydim. Beni kullanmasına izin verdiğim için kendime sinirliydim. Onew'u koruyamadığım için kendime sinirliydim. Namjoon bunu tek başına öğrenmeye gittiği için ona sinirliydim. Bana bunu bu kadar geç söylemesine sinirliydim.

Çok fazla sinirli olduğum şey vardı ama sinirimi hiçbir şey şekilde çıkartamıyordum. Kaç aydır bunu yaşıyordum. Her an patlamaya hazır bomba gibi hissetmekten yorulmuştum. Sürekli kendimi sakinleştirmekten yorulmuştum. Oturduğum yerden kalktım. Jiyong'a gitmeliydim. Ona bunu sormalıydım. Buna hakkım vardı. Yatağın kenarında duran pantolonumu aldım. Altımdaki eşofmanı çıkartarak onu giydim.

Komidinin üstünde duran araba anahtarını gördüm. Namjoon'un arabasının anahtarının yanında benim arabamın anahtarı vardı. Hızlıca anahtarı aldım. Yatağın yanında duran topuklu ayakkabılarımı da giydim. Başka ayakkabı arayarak vakit kaybetmek istemiyordum. Odanın kapısını açarak koridora çıktım.

Jiyong'a gidecektim. Bilmediğim benden sakladığı ne varsa bana anlatacaktı. Daha fazla sır saklamak yoktu. Daha fazla bilinmezlik istemiyordum. Her şey bitecekti. Her şeyi öğrenecektim. Hayatımdan çıkması gerekiyordu. O hayatımda olduğu sürece asla kendini hayatıma sahip olamayacaktım. Sürekli bilinmezlik ile yaşayacaktım. Bunu istemiyordum.

even if i die | namjenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin