Onu öptüğümde bir süre karşılık vermemişti. Geri çekileceğim sırada belimden tutup yerlerimizi değiştirdi. Yine ve yine bir yere yaslanan ben olmuştum.
Ellerimi omuzlarına çıkardım. Tek elim o güzel akmaya başlayan gri saçlarına gitmişti. Onun eli iki eli de belimi sıkıca kavramıştı. Onu öpmenin verdiği hissi tanımlayamıyordum. Kollarının arasında olduğum zaman hissettiklerimi tanımlayamıyordum. Namjoon bana tanımlayamadıklarımı hissettiriyordu.
Belimde ki ellerinden biri yanağıma çıktı. Kafasını hafif yana yatırıp beni daha derin öptü. Ayağımda ki topuklular bana birazcık yardım sağlıyordu ama onun eğilmesine engel olmuyordu.
Bu hoşuna gitmemiş olacak ki belimi saran eli üst bacağımın arkasına gitti. Yanağımda ki elini de diğer bacağıma götürerek beni havaya kaldırdı. Sanki kucağında oyuncak taşıyormuş gibi hiç zorlanmadan tutuyordu beni.
Bacaklarımı belinde bağladım. Kalbim göğüs kafesimden dışarı çıkmaya zorlarcasına atıyordu. Her dudağımı emişinden sonra kalbim daha da hızlanıyordu sanki. Dokunduğu yerler belim, bacaklarım, yanağım alev alev yanıyordu. Özellikle dudaklarım.
Ensesinde ki saçlarına dokundum. Ellerim saçlarından omuzlarına düştü. Sert olan kaslarına dokundum. Yüzüne dokundum. Yüzündeki yaralara dokundum. Yaralar geçen kadar ona her baktığımda pişman olacaktım.
En sonunda ikimizde nefessiz kaldığımızda geri çekildik. Eğilip yanağımı, çenemi, burnumu, alnımı öptü daha sonra alnını alnıma yasladı. "Sana bir daha küçük bir kız çocuğu demeyeceğim."
Dediği şey ile kafamı eğdim. Hala havada kucağında duruyordum. "Artık beni indirsen mi?"
"Böyle iyiydik bence."
Ona kafamı sağa yatırıp baktım. Bence de iyiydik ama aşağıda bizi bekleyenler vardı ve burada bu şekilde olduğumuzu bilseler verecekleri tepkileri düşünemiyordum.
Yavaşça beni indirdi. Ayaklarım yere değdiğinde dengemi sağlamak için kollarına tutundum. Ağzını bir şey söylemek için açtığında aşağıdan gelen silah sesi ile geri kapadı. Bir anlık korkuyla kollarını daha sıkı tuttum.
Kafamı kaldırıp ona baktığımda o da şaşkınca bana bakıyordu. Müziğin durması ile gelen çığlık ve küfür sesleri çok net duyuluyordu. Namjoon arkamdaki kapıyı açtı. İnmeden dönüp bana baktı. "Burada kal, çıkma sakın."
Tabi ki de onu dinleyecek değildim. Bizimkiler aşağıdaydı. Onların yanına gitmeliydim. Merdivenleri inerken ben de vakit kaybetmeden arkasından indim.
Zemin kata ulaştığımızda bahçe kapısının önünde toplanan kalabalığa baktım. Biri vurulmuştu. Minho yere kapanmış vurulan kişinin başındaydı. Ondan kafamı çevirdim. Bir o yana bu yana koşturan kalabalıkta bizimkileri aradım. En sonunda barın orada onları gördüğümde oraya doğru koştum.
Sehun, Jongin, Baekhyun ve Junmyeon kızları çevrelemişti. Onları korumuşlardı. Hepsine tek tek baktığımda eksik yoktu. Onlara bir şey oldu diye o kadar korkmuştum ki Namjoon bir an aklımdan uçup gitmişti. Arkama baktığımda o da kendi grubunun yanındaydı.
Tekrardan bizimkilere döndüm. "Ne oldu? İyi misiniz? Birinize bir şey olmadı değil mi?"
Hepsinin yüzünde şaşkın bir ifade vardı. "B-bilmiyoruz bir anda oldu."
Lalisa kekelediğinde ona baktım. Korkmuş bir şekilde Baekhyun'un koluna yapışmıştı. "Kim vuruldu? Veya kim vurdu? Bir şey gördünüz mü!"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
even if i die | namjen
Fanfiction"Bugün yaptığın şey savaş sebebi biliyorsun değil mi?" Cevap vermeden öylece durdum. Söyleyeceklerinin devamını bekledim. "Ve sen bu savaşı çoktan başlattın, küçük." Elini belimden çekerek son kez bile bakmadan benden uzaklaştığında bir an boşlukta...