Beklediğim şey olmuştu. Jiyong beni aramıştı. Akşam benimle konuşmak istiyordu. Hazırdım. Bu işin altından kalkacaktım.
Çantamı alarak arabadan indim. Kilitleyerek otoparktan çıktım. Okula doğru yürümeye başladım. Bahçede bizimkileri ararken bölge liderinin grubunu gördüm. Bizim grup ile pek anlaştıkları söylenemezdi.
Liderliğim açıklandıktan sonra yüzlerinin alacakları şekli gerçekten merak ediyordum. Beni çok tanımazlardı. İnsanlar tarafından grubun en sessizi olarak görülüyordum. Her zaman gruplaydım ama kenarda oturan tip olarak göstermiştim kendimi.
Grubun önünden geçerken bölge lideri ile göz göze geldim. Bu sefer başımı hafif eğerek ben selam verdim. O da aynı şekilde kafa hareketimi tekrarladı. Bir sonraki toplantıda o da olacaktı. Eminim ki herkes gibi o da şaşıracaktı.
Okula girdiğim de grubumu görünce yanlarına yürüdüm. Aramızda Minseok, Kyungsoo ve Irene yoktu. Onlar çoktan üniversiteyi bitirmişlerdi. Bizim ise son senemizdi. Yanlarına gittiğimde Baekhyun sırıtarak, "Günaydın lider." diyince etrafıma baktım. Toplantıda açıklanmadan birilerinin duymasını istemiyordum.
Kaşlarımı çatarak ona baktım. "Baekhyun açıklanana kadar bana lider deme. Toplantıdan önce kimsenin duymasını istemiyorum."
Baekhyun bir şey demeden kafasını salladığında sesimi fazla sertleştirdiğimi anladım. Onlara hiç bir zaman taviz vermezdim. Onlara sonsuz güvenim vardı ama benim de bir üstünlüğümün olması gerekiyordu.
Telefonuma gelen mesaj ile dikkatimi oraya verdim. Jiyong gideceğim yeri mesaj olarak atmıştı. "Hala yoldan çekilmeyi öğrenemediniz."
Gelen ses ile kafamı telefondan kaldırarak o tarafa baktım. Sehun ve Jongin bölge liderinin grubundan Taehyung ve Hoseok ile itişiyorlardı. Yine.
Sehun Taehyung'un yakalarından tutup sırtını duvara yapıştırdığında ileri atılacakken Lalisa bunu fark ederek önümü kesti. "Daha lider olduğunu bilmiyorlar. Unuttun mu? Bırak Junmyeon halletsin."
Haklıydı. Daha bilmiyorlardı. Junmyeon araya girerek onları ayırdı. Sehun ile göz göze geldiğimde kafasını yere indirdi. Böyle davranmalarına ne kadar kızdığımı biliyordu. Ben kaşlarımı çatarak Jongin ve Sehun'a bakarken koridorda sessizlik oldu.
Herkes tek bir yere odaklandı. Bölge liderinin bize doğru geldiğini gördüm. İlk defa ona dikkatli baktım. Saçları griydi. Üzerinde siyah tişört, tişörtün üzerinde siyah kot ceket, altında bacaklarını saran siyah bir jean vardı. Fazla iyi duruyordu. Yanımıza ulaştığında Sehun ve Jongin'e baktı. Daha sonra Taehyung ve Hoseok'a kafası ile dışarıyı işaret etti.
Taehyung Sehun'un yanından omuz atarak geçti. Her zaman böyleydi. En başından beri anlaşamazlardı. En ufak bir olayı büyütüp hemen birbirlerinin yakalarına yapışılardı.
Bölge lideri Junmyeon'a dönerek, "Onları dizginlemen gerektiğini ne zaman öğreneceksin?" dedi.
Sesini yükseltmemişti ama sesini yükseltmiş kadar etkili oldu. Junmyeon sadece kafasını eğmişti çünkü başka bir şey diyemezdi. Geride duran bize gözünün ucu ile bakıp başka bir şey demeden yanımızdan geçip gitti.
O an Junmyeon yerinde ben olsaydım ve bunu bana söyleseydi çocukları pişman ederim. Bölge liderine bir şey diyemezdim çünkü bölge lideriydi ve ona bir saygımın olması gerekiyordu.
Gitmesi ile Sehun ve Jongin'e dönerek, "Sizi uyardığımı sanıyordum. İlla tehdit mi etmem lazım rahat durmanız için?" dedim sesimi yükselterek.
Lalisa'nın elini sakinleşmem için omzuma koyduğunu fark ettim. Derin bir nefes alıp tek tek onlara baktım. "Toplantıdan sonra beni Junmyeon gibi zor durumda bırakırsanız gerçekten çok pişman olursunuz. Anladınız mı?"
Kafalarını sallayarak beni onayladıklarında arkamı dönüp dersliğime yürümeye başladım. Umarım anlamışlardı.
Okul çıkışında arabama binerek Jiyong'un yanına gitmek için yola koyuldum. Bu zamana kadar yaşadığım şeyleri düşündüm. Çocukken hiç arkadaşım yoktu. Okulda da hiç arkadaşım olmamıştı. Çocuklar bana baktıklarında benden korkuyolardı.
O yaşlarda çok hırçındım kimseyi yanıma yaklaştırmazdım çünkü insanlardan çok korkardım. Tabi korkmalarının tek sebebi hırçınlığım değildi. Yüzümde, kollarımda olan yaralardı. Çok net hatırlıyorum, yanıma oturanlar yüzüme bakınca korkup kaçardı. Yaralar yüzümden, vücudumdan hiç eksilmezdi. Anne demeye utandığım ama annem olan o kadın yapmıştı hepsini.
Şimdi kim bilir neredeydi? Ölü mü yoksa diri mi onu bile bilmiyordum. Bu yaşananlardan sonra lisede kendimi toparlamayı az da olsa başardım.
Daha sonra grupla tanıştım. Onlarda birbirlerini daha yeni bulmuşlardı. Aralarına aldılar beni. Bana o kadar çok güvendiler ki liderliğimi kabul ettiler. Bana aile oldular, görmediğim anne sevgisini gösterdiler. Bunun borcunu asla ödeyemezdim.
Düşüncelerimden sıyrılarak Jiyong'un evine geldiğimi fark ettim. Jiyong liderimizdi. Liderlerin de lideriydi ve kendi gruba da vardı.
Evin önüne arabayı park edip indim. Kapının önündeki adamlar beni görünce bahçe kapısını açtılar. Bahçeye girdiğimde aynı adamlardan onlarca gördüm.
Eve doğru yürürken buraya uzun zamandır gelmediğimi fark ettim. En son sekiz ay önce gelmiştim sanırım belki de dokuz ay, hatırlamıyorum.
Kapıya ulaştığım da elimi zile doğru götürürken kapı açıldı. Önümde gruptan Seunghyun'u görmem ile saygı ile eğildim. Gülümseyerek eli ile içereyi gösterdi. "Hoşgeldin Jennie. Bizde seni bekliyorduk."
İçeriye girdiğimde etrafı süzmeden edemedim. Evin içi değişmişti. Salonda siyah ve beyaz ağırlıklıydı. Duvarlar beyaz eşyalar ise siyahtı. Güzel bir uyum vardı.
Salona girdiğimde diğer üyeleri görmem ile biraz şaşırmıştım. Sadece Jiyong ile konuşucağımı sanıyordum. Hepsine eğilerek selam verdim. Gerilmiştim. Neden hepsi buradaydı?
Jiyong oturduğu yerden kalkarak bana doğru geldi. Saçları şu an siyahtı en son gördüğümde kırmızı tonlarında bir renkti. İki kulağında da halka küpeler vardı. Elini koltuğa doğru uzatarak oturmamı işaret etti. Sessizce oturduğumda onlara baktım.
Jiyong karşımda ki tekli koltuğa oturarak konuşmaya başladı. "Uzatmadan direk konuya giriyorum. Bir sonra yapılacak toplantıda liderliğini açıklamanı istiyorum. Sana açıklarken yardımcı olacağım merak etme."
Tamam artık bunu kabullenmiştim ama hala nedenini anlamıyordum. Neden şimdi? Neden bunca yıl sonra şimdi? Ve neden açıklamamı istiyordu? Kafam o karışmıştıki doğru düzgün düşünemiyordum.
Ona doğru baktığımda gülümsedi. Kafamın karıştığını anlamıştı. Beni sandığımdan daha tanıyordu.
"Çünkü insanların seni bilmeye hakkı var. Bu bir kaç aydır aklımda olan bir şeydi." Ayağa kalkarak konuşmasına devam etti. "Şu son başarılarınızdan sonra toplantılarda sizin grup dikkat çekmeye başladı. Junmyeon'u severim. Bana, bize bunca zaman boyunca hiç bir saygısızlığını görmedim ama grubunu iyi temsil edemiyordu. Diğer liderler böyle başarılı bir grubun lideri bu olmamalıydı diye düşünmeye başladılar."
Junmyeon'a kızamazdım. Elinden geldiğince çabalamıştı ve bunca zaman boyunca başka biri gibi davranmıştı. Borcunu ödeyemezdim.
Jiyong yavaş adımlarla önüme geldi. Dizlerinin üstüne çökerek önümde eğildi. Eğildiği için aynı boydaydık. Kafamı fazladan kaldırmadan direk gözlerinin içine bakabiliyordum.
Elini kaldırarak yüzüme yaklaştırdı. Parmaklarının yüzüme değmesine milimler kala durdu. Bana sanki çok değerli bir elmasmışım gibi bakıyordu. Dokunmaya kıyamayacak kadar güzel bir elmas gibi.
"Sen benim pandoramın içindeki mücevhersin ve ben pandoramın kutusunu açmaya hazırım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
even if i die | namjen
Fiksi Penggemar"Bugün yaptığın şey savaş sebebi biliyorsun değil mi?" Cevap vermeden öylece durdum. Söyleyeceklerinin devamını bekledim. "Ve sen bu savaşı çoktan başlattın, küçük." Elini belimden çekerek son kez bile bakmadan benden uzaklaştığında bir an boşlukta...