Hana tahtında otururken, ben de karşısına bağdaş kurup oturdum. Hana, lotus pozisyonunda gelişim yapıyordu. Kendisini rahatsız etmemek için auramı yapabildiğim kadar kısıtlayarak elimden geldiğince sessiz oldum. Kolay görünse de, oldukça zordu. Aslında auramı kısıtlayabilmiş bile sayılmazdım. Bu aura ileride can sıkıcı bir detay olacak gibi duruyordu.
Hana meditasyondayken, etrafına sürekli olarak bir enerji yayıyordu. Ancak bunun farkında olduğundan emin değildim, farkındaysa bile umursamıyor gibiydi. Bir süre sonra beklemekten canım sıkıldı. Ben de Hana'nın yaydığı enerjiyi kendi enerjimle araştırmaya başladım.
Hana'nın yaydığı enerji o kadar yoğundu ki, görmek için enerji gözümü etkinleştirmeme bile gerek yoku. Gelişimi olmayan bir insanın bile görebileceğinden son derece emindim. Ancak enerjisi, bildiğim hiç bir enerjiyle uyuşmuyordu.
Normal enerji türleriyle zaten alakası bile yoktu. Ruh gücü desem, ona biraz benzese de yine de farklıydı. Ruh gücünün sakinleştirici ve destekleyici havasını taşıyordu. Aynı zamanda normal bir enerji gibi yoğundu da. Zihin gücünün ise baskılayıcı ve rahatsız edici havasını da taşıyordu. Bildiğim hiç bir enerjiyle uyuşmuyordu, yeni bir tür enerji gibiydi.
Enerjisine ne kadar odaklansam, aklımda o kadar soru oluşmaya başladı. Bir yerden sonra ben de odaklanmayı bıraktım. Bu enerjiyi şu anki cahilliğim ve güç seviyemle anlayamayacağım kesindi. Hana da uyanmayacak gibi duruyordu. Ben de beklemeyi bırakıp sarayda gezmeye başladım.
Sarayın ilk katını zaten yüzlerce kez gördüğüm için, ikinci katına yöneldim. Ancak merdivenlerin ilk basamağına adım atmamla, bir güç beni merdivenden uzağa fırlattı. Bir kaç kere denesem de, her seferinde geriye fırlatılıyordum.
Sonunda iyice sıkılıp, burada durmamın gereksiz olduğuna karar verdim. Hana'nın tahtının önüne, dışarıdan topladığım yapraklarla, buradaydım yazdım. Ardından da kendi ruh boşluğuma girdim.
Gözlerimi açmamla şaşırmam bir oldu. Ruh boşluğumda, insanı geren bir hissiyat vardı. Tam olarak açıklayamıyordum ama sanki bu hissiyat insanı delirtmeye çalışıyor gibiydi. Hızlıca ruhumun bulunduğu aynaya doğru koşmaya başladım. Genelde o aynanın karşısındaki noktada belirirdim ancak bu sefer adanın karanlık okyanusa en yakın olan tarafında belirmiştim.
Aynaya vardığımda nefes nefese kalmış olsam da, ruhumun durumu kat be kat daha kötüydü. Aynanın içerisinde iki büklüm olmuştu. Kanatları halsizce yere doğru bükülmüştü. Bedenindeki semboller, normale göre daha soluktu. Sağlıklı bir tona sahip beyaz teni, hortlak gibi bir durumdaydı. Gözleri yaşam isteğini yitirmiş gibiydi. Her nefes alış verişinde, uğursuz bir şekilde tıslıyordu.
Hemen aynaya dokundum. Sıradan bir ayna yüzeyi gibi hissettiriyordu. Normalde sahip olduğu yumuşak ve içine çekmeye çalışan hissiyattan eser yoktu. Neler oluyordu burada böyle? "Hey, iyi misin? Bu nasıl soru, tabii ki değil. Napabilirim? Yardım edebileceğim bir şey var mı?" panik yapmıştım. Ruhumu hep küçük kardeşim gibi görmüştüm. Üç yaşında birisi gibi davranıyordu ve neredeyse bebeksi denilebilecek bir saflığa sahipti. Ne onu bu hale getirmişti ki.
Ruhum büyük bir çaba sarf ettiğini belli ederek bana döndü. Ardından da eliyle aşağıyı işaret etti. Aşağıda ne vardı ki? Tabii ya, zihin sarayı. Kesin bunların hepsinden zihnim olacak o pislik sorumludur. Zaten Hana ne demişti. Zihnimi uyandırdığımda, zihnimde bulunan zihin sarayına gitmeliydi. Zihin sarayını ruh boşluğuma taşımasını normal sanmıştım ancak şimdi bunun yanlış bir düşünce olduğunu anlayabilmiştim.
"Beni bekle. Bu durumu düzelteceğim." ruhuma güven vermek için söylemiştim. Nasıl yapacağımı bilmiyordum ancak ruhum açık ara farkla zihnimden daha önemliydi. En azından benim için.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mistik
FantasyRey, amcası olarak gördüğü Yuu tarafından, bir ağacın altında, sadece bir notla beraber terk edilmiş bir halde bulundu. Amcası ile beraber, Ami Krallığında dilencilik yaparak yaşıyordu. Ta ki hırsızlık yaparken köle tüccarlarının eline geçene kadar...